Tâciz
Deniliyor ki, "Ergenekon topluma mal edilemedi, çünkü sağ görünüyor; solcular, polisi destekler imajı vermekten çekindikleri için Ergenekon'a gönülsüz bakıyorlar."
Durumu bu mudur; tam öyle değilse bile böyle göründüğü muhakkak.
Bu akıl yürütme biçimi mantığa uygun değildir de Türkiye'nin pratiğine münasiptir. Paradoks yapıyoruz çünkü paradoks, yaşadığımız tuhaflığın anlaşılması için en uygun izahtır. Solcuların polise serin durması, yakın tarihte sol-polis ilişkilerinin, şekerrenk kıvamda tecelli etmesinden. Paradoksa devam edelim; polise serin duran zamâne solcularının askerle münasebeti hangi kıvamda? Polis out, asker in! Doğru mu?
En insaflı cevap: "Soluna göre değişir". Nasıl yani? Otuz sene öncesinin Maocuları, hatta Arnavutlukçuları bugünlerde kuvayı milliye kalpağı ile sıkı ulusalcı pozlar kesmekteler. Ulusalcı diyebiliyoruz ama milliyetçi diyemiyoruz, çünkü aynı şeyler değildir efendim. Ulusalcı, milliyetçinin "dini durumlardan pek hazzetmeyen takımı" gibi bir şey oluyor. Irkçılığa icabında eyvallah fakat İslâm'ın renklerine alerji. Milliyetçiler -hâlâ öyle midir bilmem- biraz milli hakimiyetçi, milletçidir; milli irâdenin sair kuvvelere faikiyetini savunurlar; Ulusalcılar kestirmeci, "yahu vatan elden giderken seçimin, hukukun, şunun bunun hesabı yapılır mı?" fikriyatında adamlar. "Az soluklan yeğenim, hele bir cigara sar" molasının zamanı değil; muhteviyatında solculuk da var ulusalcılığın. "Nasıl oluyor o öyle bakiim" diye afallamıyoruz. Dilde vaktiyle çook esaslı inkılâp yaptığımız için kavramlar demir tarıyor. Demir taramak şu: Gemi sabit kalsın diye denize çapa atıyorsunuz ama akıntı, rüzgâr vesaire güçlü olduğu için dipteki demiri kımıldatıyor; hoop bir başka adrese sürükleniyorsunuz. Yıllarca yapmayın dedik ne oldi? Ulusalcılar solci, eski "demokrat"lar darbeci oldi! Solcular faşizme doğru demir taradı. Milletin milliyetçiliğin içi boşaldı.
Palavra atmıyoruz burada; CHP nasıl bir parti meselâ; sol bir parti? Gerisini buradan hesap edebilirsiniz; Bekri Mustafa'nın Ayasofya'ya imam olma vaziyetleridir. Bekri Mustafa Ayasofya'ya imam olmuşsa, bütün kavramların adres bilgilerini silbaştan kontrol etmek şarttır. Anlam kayması berbat bir şey: Vatansever dersiniz, işbirlikçi, dinci dersiniz, mülhid, solcu dersiniz cuntacı, bürokrat dersiniz darbeci çıkar.
Alın cumhuriyet lâfzını, tarayın gazeteleri; bakalım kimler hangi manada kullanıyor? Buna bakarak aklı başında bir Cumhuriyet tarifi kotarabilene yüz Cumhuriyet altını taksanız yeridir. Laikliğin târifi var mı; solun, sosyalizmin, milliyetçiliğin, idealizmin, sadakatin, hatta aşkın?
Birtakım saf arkadaşlar, bizim Arapça Farsça lafızlara bayıldığımızı zannediyorlardı herhal; bu adamlara lugât kavramını anlatamamışız; kabahat bizde midir bilmiyorum. Lugât denilen şey, Ulus'taki Atatürk heykeli gibi bir şeydir. Sabit noktadır. Kime söylesen anlar ve başka bir şeyle karıştırmaz. Uydurukçular Türkçe'yi otobüse bindirilmiş seyyar kütüphaneye çevirdiler; iki gün üst üste aynı yerde bulmak ne saadet?
Adam diyor ki, "böyle aklı başında, muteber, güvenilir, devlette mühim vazifeler görmüş adamlar içeri alınır mı?" Pardon! Hani biz imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış felân bir kitleydik? Yoksa bazılarımız daha mı eşit? Adamın aklı yok değil var, mantığı da var kendince ama lugati yok. Psikoloji testlerinde resimler vardır hani; kimisi genç bir kız görür, kimi yaşlıca bir hanım. O yüzden kendilerine isnad edilen cürmü, daha doğrusu "kendilerine cürm isnad edilmesini" an-la-ya-mı-yor-lar! İnsan hiç evladını sevip öperken tâcizcilikle suçlanabilir mi yahu? Adam da vatanını seviyor, öpüyor, mıncıklıyor; savcı da diyor ki, "bu muhabbet tabii görünmüyor, tâcize benziyor." Bizimki şaşırıyor, "Ne, nesi suç bunun?" Çünkü bilumum memleket bunun evlâdı veyahut yeğeni filan gibi bir şey. Vatan, devlet, hattâ millet bu adamların evi, şahsi mülkü, "Kapıdan da girerim, pencereden de sana ne" diyor bize... Efendimiz ise der ki, "kendi evinize bile kapıyı vurmadan girmeyin!"
Haa, demek ki lugât neymiş?