Taammüden toplu cinayet suskunluğu
Önceki akşam bir TV kanalında “Başkanın Bütün Adamları” filmine yakalandım (All the President’s Men-1976). Bu film çekildiğinde fakülte talebesiydim. Hikaye mâlum: Amerikan politik tarihinin en kirli, en pis ‘kumpas’ını (Watergate skandalı) ortaya çıkaran iki Washington Post muhabirinin gazeteciliği anlatılır.
Yıllar önce görmüştüm ama dün, “Eey New York Times, sen bir gazetesin; haddini bileceksin!” mealinde şaka gibi bir demeç görünce gazetede, “Yahu nedir bu Amerikan gazeteciliğinin aslı-astarı?” diye meraklanıp yeniden seyrettim. Vaziyet şöyle: Bu iki muhabir bugünün Türkiye’sinde yaşıyor olsalardı, rezalet bolluğundan şaşkınlığa düşüp, darı ambarına giren aç tavuklar gibi neyi didikleyelim derken çoktaan bir Sulh Ceza hâkiminin kararıyla soluğu Silivri veya Metris’te alır ve tabii Washington Post da, vergi memurlarının aynen Taraf veya Hürriyet’e yapmış oldukları gibi astronomik ceza makbuzlarıyla baş başa kalırdı.
Post, maalesef haddini bilmedi, gazetecilik yaptı ve gül gibi başkan Nixon’u, üstelik yüzde bilmem kaçla seçilmiş iken iki yıl sonra görevinden istifa etmek zorunda bıraktı. Ne densizlik, ne büyük haddini bilmezlik! Gerçi Nixon ve adamları boş durmamış, W. Post’un yöneticilerine bir sürü tehditler yağdırıp, “can güvenliğiniz tehlikede” mesajları bile yollamışlardı ama neticede başta Nixon, bütün yandaşları mahkemelerde yargılanıp ciddi cezalar alarak siyasetten uzaklaştılar. Bunları film diye anlatmıyorum; filmin senaryosunu, hâlâ yaşayan o iki muhabir bizzat yazmışlardı ve filmdeki bütün olaylar ve isimler çakma filan değil buz gibi gerçek.
Bence, bugünlerde ‘bizim başkan’ın, beli tabancalılar da dahil bütün adamları şu filmi bulup kemâl-i ciddiyet ve ibretle (veya ibret-i âlem) diye seyretmeliler. İki saatten biraz fazla sürüyor fakat geç de olsa ibret almasını bilenler için ‘köprüden önceki son benzin istasyonu’ yerine geçebilir. Vâkıâ içlerinden bazıları altlarındaki zeminin sarsılmaya başladığı hissedip, “Abi bu kadar da olmaz ki” makamında utangaç eleştiriler yapmaya başlamışlardır. Tabiidir, sarı sendikacılığın dökülmeye başladığını şu günlerde sarı gazeteciliğin de itibarını kaybedeceği günlerin fecri söküyor ağırdan ağırdan...
İleride torunlarımızın, “Yok be dede, bu kadarı da olmaz. Hırsızları salıverip hayırsever ilan ettikten sonra onları yakalayan savcı, polis ve hakimlerin hapse atılması hiç de gerçekçi durmuyor; hele hele bir cumhurbaşkanının, siyasi tarafsızlık üstüne yemin ettikten sonra dayanamayıp seçimlerde her gün eski partisi lehine durmadan koşuşturmasında inandırıcılık yok; galiba atıyorsun” demeleri muhtemeldir; çünkü olağanüstü inanılmaz, absürd ve hukuk dışı günler yaşıyoruz.
Torunlardan lâf açılmışken, onların inanamayacağı, “kesinlikle böyle bir rezillik olamaz; gazeteci uydurmasıdır” diye reddedeceği bir olay patladı dün. Doğu’da bir köyde 20 adam (!) tam 7 sene boyunca şimdi 18 yaşındaki bir kızcağıza cinsi istismarda bulunmuş. Bütün köy ahalisi yıllardan beri meseleden haberdar olduğu halde sistematik tecavüz sürüp gitmiş.
Ferdî bir hadise midir, o kadarını bilemem; gençlik yıllarımda, sosyalizasyon siyaseti sonucu köye tayin edilen ebe kızcağıza köyün bütün erkeklerinin sırayla tasallutta bulunduğunu öğrenince, milletime karşı hafif tertip itikadım sarsılmıştı; kezâ yetiştirme yurtlarındaki sabî kız ve erkek çocuklarının bir kısım görevlilerce istismar edilmesi de tesâdüf veya tamamen uydurma olabilir (bkz. gazeteler!) Necib milletimiz böyle aşağılık şenaatler işlemez; hele sistematik ve yıllarca... hele hele herkesin bilgisi altında? Töbee...
O yüzden midir acaba, şimdi hırsıza ağız dolusu hırsızsın diyemiyoruz; bir cürmü görüp seyirci kalmanın sorumluluğu yok mudur kimsede? Eey antroploglar, sosyologlar, psikiyatrlar, yekinin bir hele... Torunlarımıza nasıl anlatacağız bu rezillikleri?