Süt
Böyle zamanlarda yazmanın kolay ve zor yanları var. Kolayı şu: Bir köşe yazarı için ortalık malzemeden geçilmiyor; sataşanlar, imâ edenler, âşikâre bodoslamadan hücuma geçenler hatta yetinmeyip hakaret edenlere haddini bildirmek çok kolay, üstelik yazarlık tekniği bakımından zevkli. Bir miktar edebiyatçılığımız da var çok şükür, üstesinden gelinir. Hele hele polemik ve hesaplaşma yazılarına okuyucu bayılır.
İşin zoru, “Dar kapı”yı seçmektir. Dar kapı, yani sabır, yani itidal, yani soğukkanlılık, yani şehvet-i kelâma kapılıp iki gün sonra başınızı eğdirecek elfâz-ı galîzadan kaçınmak, âdil olmaya çalışmak. Her satırın hesabını rûz-ı mahşerde verecek olmanın şuuruyla yazmak.
Moda tabirle asimetrik bir durumla karşı karşıyayız. Karşı mahallenin yaramaz çocukları hatır-gönül hesabını çoktan dürmüşler; taş atarken cam kırılır, adama değer, yangın çıkar endişesini sıyırıp bir kenara koymuşlar. Allah sayılarını, kazançlarını ve işyerlerini artırsın, hayli de kalabalıklar. Devlet cenahından istedikleri gibi haber alıyor, kamu gücünü sere serpe kullanıyorlar. Her şeyleri var da yazdıkları, daha doğrusu bir kısmının yazmak zorunda kaldıkları şeylere inançları yok. Kötü bir durum bu. Söze besmele ve hamdele sadedinde, “Yolsuzlukların üstüne sonuna kadar gidilsin ama” klişesiyle başlamak, iç tutarsızlığı yatıştırmıyor. Kötü kokular neşreden bir meseleyi, berbat bir hâlet-i rûhiye ile her gün müdafaa zorunda kalmak asap bozucu bir durum. İnsanın kendine saygısını kaybetmesi, akşam yatağa başını koyarken, “Gazeteci olacağıma fırıncı olsaydım keşke” diye hayıflanması acı.
Politikacı darda kalmış, başının derdiyle uğraşırken destekçisi gazetelerden yüksek performans bekliyor, “Topunuz bir Zaman kadar olamıyorsunuz be!” yollu azarlama fırçaları geliyor tâ kulağımıza kadar. Bizim gazetenin diğerlerinden çok daha iyi gazete olduğunu savunmam ama küçük bir ayrıntıyı merak edenlere söylemek isterim. Doğru yerde, doğru bir ana fikir üzerinde, yüksek değerlerin yanında durmaktan başka bir sihri yok bu işin.
Hâşâ, kimselere erdem taslamak değil bu. Eksik de var, hatâ edildiği de olur. Şahsen beni en çok ürküten üslûp ve usûl meselesinde zaaf gösterildiği de vâkidir, bunlar mümkün. Meselâ Kur’an kültürüne âşinâ olmayanların mübâhale meselesinin kodlarını, arka planını bilmemesini tabii karşılamak lâzım. Öyle bir açmazla karşılaşırsınız ki bazen mübâhaleden başka çare kalmaz.Doğrudan lânet okumakla mübâhale arasında dağlar kadar fark var.
Doğru yerde durmak büyük bir müspet enerji kaynağı ama yetmiyor; onun mütemmim cüzü, usûlde de hata yapmamak, temkinli durmak. Henüz “inlere” duhûl edilmedi, çete ve örgüt ithamları şu an itibarıyla hâlâ bana mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalanların tepkisi gibi görünüyor. Mübâreze el’an kelimelerle yürütülüyor. Kelimeler, istenirse çok tahripkâr olabilir. Meselâ adı hiiç lâzım olmayan bir yazar, “Nasıl eder de patronun gözüne girerim” saikiyle olsa gerek, hâşâ huzurunuzdan “Sapısilik” diye bir kelime seçmiş. Maksat insanlar galeyana gelsin, köpürsün; bu abi de kenarda kıs kıs gülüp, “A bakın ne kadar küfürbaz bunlar, görün işte” diye keyiflensin.
Yağma yok arkadaş; sizler tarihe yolsuzluk yapanları savunan taraf olarak değil, -kabul ederim ki bunun bile merdâne bir boyutu var-, daha beteri, yolsuzluk iddialarının üstünü kapatmak için teneke çalıp hep bir ağızdan gürültü çıkaran bir taife olarak geçeceksiniz; yarının kuşakları arama çubuğuna isimlerinizi yazınca gülsünler mi, acısınlar mı karar veremeyecekler. Sözü uzatmadan bağlayalım; herkes sütünün gereğini icra eder.