Sûr’a üfürüleceği gün artık dalga dalga geleceksiniz!

“En sonunda konser anı geldi çattı ve... Justin sahneye çıktığında sanki Sûr borusu üflendi, çığlık seslerinden gökyüzü yarıldı, kulaklar duymaz oldu.”

Bu satırlar birkaç gün önce tezyîd-i kudûmü ile İstanbul'u teşrîf eden, ergen çağında bacak kadar bir pop yıldızının konserinden sonra demokrat ve bir hayli aklı başında bir gazetemizin sütunlarında yayınlandı; kupürü kestim ve sakladım çünkü, pek öyle murad olunmasa da “Dinî” bir metindi ve bu bakımdan çok temsil edici bir nümûne teşkil ediyordu.

Herhangi bir haberi veya haber yorumu, dinî bir metinmiş gibi düzenlemeye itiraz etmiyorum; tenkid de etmiyorum, sadece bir hususa dikkatinizi celbetmek isterim: Olup biteni ilâhî, maverâî, transandantal, mistik veya uhrevî bir çerçeve içine koymadan sadece ilmî, soğukkanlı ve sebep-sonuç ilişkilerinden kopmadan izah etme iddiasındaki seküler dünya görüşü de eninde sonunda dinin lisânını terennüm ediyorken buluveriyor kendini.

Ayıplamıyorum, dalga da geçmiyorum; dinin kendisi kadar din lisânı da nihayet derecede tabii ve kaçınılmaz bir anlatım biçimidir, çok etkileyici bir edebiyattır. Bir defa dünyanın en eski edebî metinleridir dinî pasajlar ve asırlardan beri insanda tabii bir karşılığı vardır. O kadar öyledir ki, inanç nâmına insanların değer verip inandığı bütün birikimi aşağılamaya yeltenen lâdini doktrinler bile ciddi ciddi niçin Yaradan'ın olmadığını ve işlere müdahale etmediğini anlatırken bir yerde tökezleyip dinin dilini konuşmaya başlarlar; kendilerince Rabler edinirler; peygamberler, azizler ihdas ederler, âmentüler formüle ederler; kurban keser, oruç tutar, kudsiyet alanları inşâ eder, yarım hac sevabına denk yolculuklara çıkar, âyet niyetine doktriner lâflara tutunur, mukaddes kitaplarından referanslar gösterirler.

Geçenlerde bir kitap geçti elime, adı “Ateistin Kutsal Kitabı”; anlıyoruz, kitabın ismi ironik bir mânâya gönderme yaparak, “keh keh keh” efekti yapmak niyetindedir lâkin muhtevası fevkalâde “zındıkâne” bir edâdan geri durmuyor. Tam bu noktada baltayı taşa vurmayım endişesiyle açıp lugâti baktım: “Zindîk”, münâfık, Ahirete inanmayan, Allahsız mânâsına geliyor. Türkçe'nin mânâ iklîmi içinde zındık, genellikle hakaret veya birini incitme kasdıyla tercih olunan bir kavram olsa da, burada tamamen teknik ve teolojik bir çerçevede kullandığımı ifâde etmek isterim. Ateistleri “Sizi zındıklar” diye aşağılama niyetim yok, benim açımdan zındıklık da –tersinden de olsa- bir inanç biçimidir, ayrı fasıl; anlatmaya çalıştığım şey ifâdeye biraz rûhânî, biraz esâtirî veya hissî bir edebî katman ilave etmek istediğinizde isteseniz de istemeseniz de “dinin dili”ne müracaat etmek zorunda kalacağınızdır. Bacak kadar çocuğun konserinde, yine bacak kadar kızların ve çocukların kapıldığı haşyetle karışık esriklik hâlini tasvir etmek için “Sûr borusu üflendi” teşbihinde bulunulması edebî nokta-i nazardan doğrudur fakat cereyan eden olgu ile mukayese edildiğinde (bacak kadar star, bacak kadar hayran kitlesi) nasıl ifade etmeli, biraz mübalağalı ve mütenâkız duruyor. Eh, o kadar kusur Kadı kızında da olur!

Allah Ateistler'e hidâyet nasib etsin; muhtelif filozof, düşünür ve edebiyat adamlarının zındıkâne vecizelerini biraraya getirerek, daha yolun başındakilere cesaret telkin etmek isteyen bir aforizmalar kitabına bile “Kutsal kitap” adı vermek, bilumum zendekâ nâmına hiç de iftihar olunacak bir hadise değildir. Netice itibariyle bu faslı George Eliot'un bir vecizesi çok iyi özetliyor: demiş ki, “Yeni Ahit'ten mucizevi ve hayli imkânsız olanları çıkarın, geriye ne kalır?”

Bana göre bu nüktenin cevabı şöyledir: Zendekânın yatıştırılamaz tedirginliği!


Kaynak (Arşiv)