Şunun-bunun firması?
Halkın pek sevdiği ve tuttuğu o kinayeli tabirle söyleyelim, "bir kısım medya" denilen yayın organları, Davos meselesine çok fena bozuldular.
Dün üstünkörü bir bakışla birkaç gazeteye göz atıp, derin bir hazımsızlık eseri olduğu aşikar bazı başlıkları not ettim: "Bu ülkeye yakışan bu mu?"; ardından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tutumunu irdeleyen bir başka başlık: "TSK temkinli yaklaştı". Derken, adamın dimağındaki mide ekşimesini şâheser derecesinde özetleyen bir ibâre: "Huysuzluk nöbetleri geçiren Türk". Sonra bir başkası, "TSK'dan Davos krizi açıklaması", okuyan zanneder ki, Ordu çok rahatsız olmuş da, muhtıra benzeri bir çıkışla hükümeti hizaya getiriyor; ilgisi yok tabii. Beylik editör numaraları. Okuyucu heyecanlanacak vesaire, vesaire...
Devamı var, "oh olsun; mahallenin en kabadayı abisine omuz vurmak neymiş görün gününüzü" meâlinde bir hıçkırış: "ABD'nin önde gelen Yahudi Lobilerinden Erdoğan'a büyük tepki: Kepazelik!" Gazetenin başyazar muavini pozisyonundaki birisi ise, "Neyinize güvenip de dayılık ediyorsunuz; bunlar bizi havada, karada, suda, üstelik tek parmaklarıyla döverler ayol" dercesine "Bir kısım medyadan sesler" korosuna katılarak buyurmuş ki, "Tribünlere oynamanın bedelini Türkiye ödeyecek!"
İlk ürperişler böyle; hadise, gazetelerin baskı zamanı itibariyle çok ters bir saate denk düştüğü için bir kısım medya korosundan sair âzâların ne kadar ürperdiklerini tam kaydedemiyoruz; zannımca bugünün gazetelerinde mebzûl miktarda "biz kim oluyoruz ki Peres gibi saygıdeğer ve makbûl bir diplomasi pîrine dahleyliyoruz?" meâlinde köşe yazısı okuyabilirsiniz.
Dün öğle saatlerinden sonra bizim bu bir kısım medyanın tutumunda bâriz değişiklik sezilmeye başlandı; esasen biraz kafası çalışanlar, Peres'in hadiseden sonra Başbakan'ı arayıp özür dilemesinden işkillenmişlerdi; dün öğleden sonra Gazze'de insanların sokaklara dökülüp Türkiye lehinde sevgi tezahüründe bulunması üzerine "yahu bir yerde hata mı yaptık" tedirginliğine yol açmış olmalı ki, az evvel rezâlet, kepazelik kelimeleriyle Başbakan'a çakanların ağırdan almaya başladıklarına şahit olduk. Ve bunlar bir kere daha suçüstü hâlinde yakalandılar. Durum kısaca şudur: Ne ki, milletin hoşuna gidiyor, o nedir ki millet onu seviyor ve destekliyor, benimsiyor; işte o şeye, kavrama, kişiye karşı bu bir kısım medya dediğimiz talihsizler güruhu sirke gibi ekşiyiveriyor. Pusula iğnesinin kuzeyi göstermesi derecesinde basit ve öngörülebilir bir refleksle milletin sevdiklerine karşı güvensizlik, hatta yer yer nefret duyuyorlar.
"Sen kiim, Peres'e yan gözle bakmak kim behey Kasımpaşa külhanisi?" yollu tepkiler, derin diplomatik tecrübelerin muhassalası filan değil, basit ve biyolojik içgüdülerin eseridir. Bunlar sadece Başbakan'dan değil, onu destekleyenlerden de nefret ediyorlar, çok açık. "Bunlar seçmendir, günün birinde kanaatlerini değiştirebilirler, onları şimdilik karşıma almayım" diye bir endişeleri yok, bilakis "bidon kafalı" sıfatını lâyık görüyorlar, "İnsana benziyorsun ama insanla hayvan arasında yeni bir canlı türü olmalısın" yaklaşımıdır bu. Daha sonra bu insanlara gazete satamayınca, oy alamayınca, darbeci amcalarından, suikastçi yeğenlerinden, boşboğaz emekli bürokrat dayılarından bir Çâre-i necât bekleyişine giriyorlar. (Bkz. Ergenekon tefrikası vb.)
Defalarca söyledik ve yazdık: AK Parti'yi bir demokrasi efsânesi haline getiren, işte bu gibilerin aculluğu, densizliği ve cahilliğidir. Başbakan'a ve partisine öyle bir yer ve zamanda saldırıyorlar ki ahali, mefhumun muhalifinden hareketle gidip inadına, zevkle hatta ibadet vecdiyle destekliyor hükümeti; biz, "bu partinin istikrarlı seçmen tabanı yok" dedikçe bunlar en olmadık vesilelerle hükümeti tahkir ederek, gitgide kemikleşen bir seçmen tabanı inşâ ettiler.
Bazen düşünüyorum, "yahu bir kısım medya, sakın ABD'nin, Yahudi lobisinin, şunun, bunun firması olmasın?"