Sunucu

-Değerli seyircilerimiz, bu akşam yeni bir "El ele, göz göze, baş başa, yüz yüze, kafa kafaya, diş dişe, dudak dudağa" programıyla daha birlikteyiz. Sizlere misafirlerimi tanıtmadan önce iyi akşamlar, mutluluklar dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Programımızın ismiyle ilgili eleştiri mektuplarınız var; görüşlerinize saygı duyuyoruz, evet biraz uzun bir ismimiz var ama benzerlerinden fark edilmesi için bu ismi seçmek kaçınılmaz oldu, öteki isimler daha önce başka kanallar tarafından kapılmıştı çünki. Bu önemsiz ayrıntı üzerinde durmayarak hemen bu akşamki konumuza ve misafirlerime sözü getirmek istiyorum. Misafirler dedim ama bu akşam misafirim var. Eminim ki kendisi bize öteki misafirin eksikliğini hissettirmeyecektir,

-Efendim anlamadım, nasıl yani?

-Keh keh, sadece espri yapmıştım. Efendim, kendisi yakın dönem tarihinde gerçek bir uzman, yayınladığı son eseri öyle yüz bin filan satmasa da aklıbaşında çevrelerde ciddiyetle karşılandı, konuşuldu, konuşuluyor. Belki şu anda bizi seyretmekte olan seyircilerimizin dikkatini çekmemiş olabilir. Evet, eserin tam ismi böyle oluyor, aynen okuyorum kitabınızın kapağından değerli hocam, önce bir yakın gözlüklerimi bulayım da, eveet, okuyorum: Kadı sicillerine göre XVII. Yüzyılın üçüncü çeyreğinin sondan bir önceki yılında Aydın Vilayeti'nin Mağnisa kazası'nda Endüstriyel tarım bitkileri hasadındaki ani düşüşün Mısır ve Venedik ekonomileri ile ilgisi üzerine bir yaklaşım denemesi (1674-1675). Hemen belirtmeliyim ki, bu çalışmanın ismi, bizim programın isminden etkilenmişçesine hayli uzun gibi görünüyor değil mi sayın hocam,

-Ee, şeey, nasıl yani, anlayamadım...

-Şunu kasdediyorum, uzun bir isim, neyi murad ediyorsa onu büyük bir kesinlikle belirler ve tarif eder. Mesela bakınız diyorum ki, "göz". Değil mi efendim, tamam göz fakat ne gözü, insan gözü mü, hayvan gözü mü, hayvansa hangi hayvanın hangi gözü, meselâ maşallah arının binlerce gözü var, başka böceklerde de var bu gibi şeyler. Sonra masanın gözü var efendim, rafın gözü var, göz göz oldu yaralarım türküsündeki göz var. Haa demek ki göz deyip geçmemeli, tam adresi tarif etmeli. Değeri hocamın çalışması da tam adrese teslim bir mahiyet gösteriyor. Tabii bunlara geleceğiz, programımız süresince bol bol konuşacağız, mesela içindekiler kısmına bakıyorum ve tablolar listesinde endüstriyel bitkiler arasında keten, zeytin, mısır, üzüm gibi şıklar görüyorum ve hemen diyorum ki nohut niçin yok meselâ? Efendim nohut çok önemli olmayabilir ama asırlar boyunca orduların en vazgeçilmez besin kaynaklarından birisini teşkil etmiştir. Haa, diyeceksiniz ki, bakalım Manisa civarında nohut yetişiyor mu? Neyse, bunlar tâlî meseleler, şimdi efendim izninizle ben bu geceki misafirime şu soruyu yönelterek, bizi aydınlatması ricasında bulunmak istiyorum. Efendim, neden tarih?

-Nasıl yani, yine anlayamadım?

-Efendim, tarih diyorum, çok önemli bir bilim dalıdır, yani öyle derler fakat bir kısım bilim adamına göre tarih bilim kapsamına girmeyebilir de; neden girmeyebilir, çünkü fizik gibi geometri gibi kesinliğe yaklaşan bir metodu olmadığını söylüyorlar. Farzımuhal az evvel vermiş olduğum nohut misalini zikredebilirim. Belki Mağnisa civarında nohut yetişiyordu ama bu sicili tutan kadı efendinin bundan haberi yoktu. Olamaz ki efendim?

-Olabilir tabii mümkün ama...

-İşte arzetmek istediğim husus da bu; diyelim ki bölgede mühim miktarda nohut zıraatı yapılıyordu ve bu ürün bölgenin sosyo-ekonomik gelişiminde çok dramatik bir misyona sahipti...

-Nasıl yani, nohutun nasıl dramatik misyonu olabilir ki yahu?

-Olabilir-olmayadabilir. Biz bunu asla bilemeyeceğiz; vurgulamak istediğim de bu zaten. Belgeler olmadığını söylüyorsa bununla yetinecek miyiz, elbette yetineceğiz; peki, gerçekte varsa ne olacak? O bölgedeki diyelim ki 1200 ton nohut türü hububatın ne gibi zincirleme reaksiyonlara yol açmış olabileceğini ebediyyen hesap dışı bırakıyoruz demektir. Şimdi sevgili misafirime soruyorum sayın seyirciler, buna hakkımız var mı efendim, buna hakkımız var mı?

-Neye hakkımız var mı; neden bahsediyorsunuz Allah aşkına!

-Aşk diyorsunuz, aşk çok önemli bir his elbette sayın seyirciler; hepimiz biliriz ki aşk, tarihte önemli tesirler icra etmiştir ama tarih bilimi -veya disiplini de diyebiliriz- aşk gibi çok önemli bir olguyu görmezden geliveriyor. Peki, aşk durumlarını ihmâl edip önemsiz sayarak tarihi bir olguyu nasıl olur da bütün yönleri ve bilinmeyenleri de kavrayabiliriz; birazdan sayın misafirim, değerli bilim adamı beyefendiye bu soruyu yönelteceğim ama aşk nasıl hiç olmamış, hiç yaşanmamış sayılabilir ki. Marcus Aurelius, Kleopetra'ya aşık olmamış olsaydı Mısır bugün belki de uzaya kendi mekiğini göndermiş olacaktı...

-Aurelius değil o Antonius...

-Diyorsunuz, peki nereden biliyorsunuz; birkaç belgede Antonyus yazıyor diye adamın gerçek adının Antonyus olduğunu varsaymak bizi külli hakikatin neresine kadar aydınlatabilir; kaldı ki tarihçiler Kleopatra'nın yaşayıp yaşamadığı konusunda bile ittifak edemiyorlar. Hatta Napoleon bile...

-Bir dakika efendim, saçmalıyorsunuz anladığım kadarıyla, biraz da ben konuşabilir miyim acaba?

-Elbette konuşacaksınız sevgili misafirimiz; bu program siz değerli misafirlerimizin, bilim ve sanat adamlarının engin bilgilerinden yararlanmak için yapılıyor. Konuşacaksınız, konuştular ve konuşacaklar, bu en tabii hakkınız; aksi takdirde burada sadece benim konuşmam, programın ruhuna aykırı bir şey olurdu. Şimdi sözü size vermeden önce eserinizle ilgili olarak öğrenmek istediğim bir konu daha var; şöyle ki... anlıyorum... yönetmenim kulaklığımdan ikaz ediyor; 30 saniye! Evet 30 saniyemiz kalmış ne yazık ki; halbuki ne güzel ne verimli ve açılımlı bir sohbet sürdürüyorduk fakat belirlenen zamana uymak zorundayız. Kaldı üç saniye; bu son üç saniyede sözü size vermek istiyorum efendim; konuyu toparlarsak bizlere son mesaj olarak ne söylemek isterdiniz?

-?..

-Çok teşekkür ederim, yeni bir programda buluşmak üzere iyi akşamlar, iyi seyirler.


Kaynak (Arşiv)