Sünnetçi vitrini
İktidarın muhalefeti antiamerikancılıkla suçlaması, muhalefetin iktidarı ülkeyi satmakla itham etmesi tamamen çocukça, ciddi bir nesnesi olmayan ve sadece tribündekileri oyalamak için sarfedilmişe benzeyen bir gölge oyunu kadar hakikatsiz.
Memleket gündeminde derin krizler yaratan, bazen toplumu yıllarca, hatta asırlara sığacak derecede meşgul eden tartışmaların çoğunun nesnesi yok. Belirli muhitlerden periyodik aralıklarla yükselen "laiklik tehlikede, irtica tırmanıyor, gericiler rejimi tehdit edecek çapta devlette yuvalanıyor" ikazlarını reelpolitiğin mihengine vurmayı deneyiniz; onların sadece laftan ibaret kaldığını, hakiki bir bunalıma işaret etmediğini göreceksiniz. Bu gibi sözleri manidar aralıklarla tekrar ederek bir şey söylüyormuş gibi görünenlerin sair zamanlarda neler söylediği de incelemeye değer; bunların büyük nisbette bir şey söylemiş olmak, veya o gün için önemli adamlar arasında sayılmak için sarfedilmiş olduğu hayretle fark edilecektir. Şairin "kokusuz güle benzer ol sühan" dediği hal.
Soyutu tartışmak yerine göre çok somut muhtevalara bürünebilir ama soyutta ısrarın bir derecesi var ki mefhumun bizatihi kendisini görünmez kılıyor ve bir noktadan sonra anlamsızlaştırıyor. Soyuta ilticada bu raddede ısrar, zihin zahmetinden kaçışın işaretidir. Günün birinde başörtüsü yasağına karşı olanların, cumhuriyet fikrine başörtüsü muhaliflerinden daha samimi bir sadakat içinde oldukları anlaşıldığında ne kadar gülünç bir durumun ortaya çıkabileceğini kestirebiliyor musunuz? Bu soyut tartışma, başörtüsü taraftarlarının cumhuriyetten hazetmediği karinesinden besleniyor; bu karinenin doğru olup olmadığını sınamak kimsenin aklına gelmiyor nedense. Başörtüsünün her yerde serbest bırakılmasını savunanlar ise cumhuriyete sahip çıkanları demokrasiye inançsızlıkla suçluyorlar. Bu arada cumhuriyet, demokrasi gibi mühim kavramların nasıl anlam aşınmasına uğradığına dikkat edilmelidir. Muğlaklıktan hoşlananlar, aslında derin ve anlaşılmaz şeyleri tartıştıklarından değil, sadece pek sathi bir seviyede tartışma yapmaya ehil olduklarından soyut plandan ayrılmamakta direniyorlar.
Sahi, şu bitmeyen tartışma konularında bir gün uzlaşma sağlandığını farzediniz; konunun ezeli tarafları o demden sonra ne konuşurlar, ne söylerler, hangi fikri seslendirerek bu derece ilgi celbedebilirler? Bu durum bana hep "Sünnetçinin vitrini" fıkrasını hatırlatır; hani adamın biri üzerinde kocaman bir "Sünnetçi" levhası bulunan dükkanın vitrininde sadece bir çalar saat görünce merakla içeri girip dükkan sahibine sorar,
-Sünnetçi dükkanının vitrininde çalar saatin ne işi var? Dükkan sahibi gülümseyerek cevap verir,
-Çalar saat yerine ne koymamızı tavsiye edersiniz mesela?
O halde yapılması gereken, böyle bulanık tartışmaların yükseldiği demlerde, "laikliği tartışmayıp da neyi konuşacaklar; fikir vitrinine koyabilecekleri başkaca hangi değerli fikir dağarcığına sahip olabilirler ki?" diye düşünüp duymazdan gelmek midir; bu pek mümkün olmuyor. Öyle bir şey olmadığı halde durup dururken, "sen bana hakaret ettin" diyen birine sükut göstermek ikrardan sayılabilir. Bu tartışma, makineli tüfekler gibi mermideki barut gazının geri tepmesi ile bir sonraki atışı beslediği için ardı arkası hiç kesilmiyor.
Günün birinde siz de, bütün ömrünüz boyunca bir günlüğüne olsun önemli bir adam olmanın hazzını yaşamak isterseniz, kısa bir öksürük akordundan sonra sesinizi yükselterek, "arkadaşlar, uyanık olalım, laiklik ağır tehdit altında" gibi bir cümle sarfetmeyi deneyebilirsiniz. Fikir tarihine geçeceğinizi garanti edemem ama olsun; bir günün beyliği beyliktir.