Sulh ceza hâkimlikleri kaldırılmamalıdır
Sade okuyucu için ‘sulh ceza hâkimlikleri’, diğer mahkemelere benzer bir mânâ taşıyor. Öyle değil ve bu ‘hâkimlik’lerin önemli bir farkı var. Anlatalım:
16 Haziran 2014 günü AKP çoğunluğunun oylarıyla Meclis’ten geçen 6545 sayılı kanunla kuruldu bu hâkimlikler; aynı kanunla sulh ceza mahkemeleri kaldırılarak görevi ikiye ayrıldı. Yargılamaya ait işleri asliye ceza mahkemeleri yerine getirecekti; arama, yakalama, tutuklama gibi fonksiyonlar ise sulh ceza hâkimliklerine verildi. Böylece sırf İstanbul’da 38 sulh ceza mahkemesi kaldırıldı, yerine ise sadece 6 sulh ceza hâkimliği kuruldu. Eskiden bir tutuklama kararı için mevcut 38 mahkemeden birine itiraz edilebiliyordu, şimdi bu itiraz sadece 6 sulh ceza hâkimine yapılabiliyor; bunlardan birinin verdiği karara karşı ancak bir başka sulh ceza hâkimliği görevlendirilmiş.
Kanunun tarihi mânidar ayrıca; durup dururken çıkmadı bu kanun. Adeta bir nevi ihtisas mahkemesi gibi ‘paralel yapı’yla daha iyi mücadele edilsin diye çıkarıldığı anlaşılıyor. Tabii hâkim prensibini yerle bir eden bu kanunla kurulan hâkimlikler, geçen yılın Ramazanı’nda başlatılan (Sahur Operasyonu) tutuklama kararlarını verdi. Gazetelerde sıkça zikredilen ‘proje mahkeme’ kavramının ardında böyle bir arka plan var.
Vaktiyle yazıldı, çizildi; itiraz edildi fakat neticede parmak hesabı ile bu kanun, daha nice benzeri hak daraltıcı düzenlemeyle birlikte kanunlaştı. Devrin cumhurbaşkanı da bekletmeden imzaladı.
Peki, şimdi ne oldu? Onu da anlatıyoruz: Bu ‘hâkimlik’lerin kararlarına ‘tabii mahkeme’lerde itiraz mümkün olmadığı için sanık avukatları bu defa bir başka mahkemeye “redd-i hâkim” itirazında bulundular, çünkü sisteminin orada bir açığı vardı. 32. Asliye Ceza Mahkemesi de talebini kabul ederek sanıkların tahliyesine karar verdi. Bunun üzerine ortalık karıştı, araya geceyarısı başsavcılık girdi ve neticede yine bir sulh ceza hâkimliği, adliye cezanın verdiği kararın ‘yok hükmünde’ olduğunu belirterek tahliyeleri durdurdu.
İyi oldu! Böylece sıradan okuyucular, “Bir sulh ceza hâkimliği nedir, nasıl çalışır; bu hâkimlikler niçin kuruldu, ne işe yarıyor?” gibi soruların içini açıp bakma imkânı buldular. Sözün özü şudur; bu hâkimlikler hukukun normal işleyişinin dışında, çok tartışılır kararlar veriyorlar ve hiç kimse (Özellikle bugünlerde bu hâkimliklerin kararlarını savunanlar!) buralara ‘davalı’ sıfatıyla düşmek istemez.
‘İyi oldu’ deyişim sizi yadırgatmış olabilir; ben bu hâkimliklerin kaldırılmasına karşıyım artık. Dursun! Evet, bu hâkimlikler gece yarısından itibaren koparılan yaygaralara bakılırsa iktidarın çok sahip çıktığı, sevindiği ve savunmak arzusu duydukları kararlar alıyor olabilirler; çünkü başbakan bile –ne alâkası varsa!- seçim meydanından verdi veriştirdi bu konuda. Devran onundur, nevbet şimdilik bu arkadaşlardadır ve neticede mahkeme kararlarını uygulatmayacak, tersine işletecek derecede yargı bürokrasisi üzerinde etkililer.
Sulh ceza hâkimlikleri yerinde kalsın; günün birinde bu hâkimliklerin dağıttığı türden adalet herkese lâzım olabilir; hatta içimde bir his, “Özellikle bu kanunu alkışlayan, uygulayan ve işlemlerini savunanlar için lâzım olacak” diyor.
Bir vakit mi desem, üç vakit mi desem- işte o saat geldiğinde mahkeme kararını uygulamayan, hukuk nizamının canına okuyan birileri varsa –ki bana içimdeki ses var diye fısıldıyor- işte bu zevâtı, öyle uzun uzun yargılamaya ne hâcet var? İşte mis gibi hâkimlikler; iki dizi seyredip ilham aldıktan sonra tutuklarsın, sonra ne zaman boş vakit bulunursa bakılır davalara...
Nevres’in bir beytiyle bitirelim: “Kendi elimle yâre açıp verdiğim kalem/ Fetvâ-yı hûn-ı nâ-hakkımı yazdı iptidâ” Açıklamasını vermiyorum, günü gelince bazıları, “Hee, haklıymışın kardaş” diyeceklerdir nasıl olsa!