Su luzumsuz kuruntular, su bos vehimler!
Luther'in mezarlikta gezinirken soyle soyledigi rivayet edilir: "Invideo, quia quies cunt", yani "imreniyorum onlara, dinleniyorlar!"
Olulere, sureta istirahat ediyor gorundukleri icin imrenen Luther'in nasil bir sikintiya ducar oldugunu tam bilmesek de tahmin edebiliriz; sikintinin ve endisenin boylesi hanelerden irak olsun. Ama Luther'in murad ettigi kafa selametinin ne kadar buyuk bir nimet oldugu da hissediliyor sozlerinden.
Vaktiyle bir Osmanli Serdar-i Ekremi, an'anevi Osmanli-Rus krizlerinden biriyle muhatap kalinca hayli sikintiya dusmus; hazine zaaf icinde, Rus hududunda asker miktari az, seferberlik mesakkatli, diplomatik durum berbat. Efendisinin sikintiyla odada dort dondugunu goren haremagalarindan birisi merak etmis, "Efendimiz, nicun boyle dusunceli ve endiselisiniz?" Pasa soyle bir bakmis, "ya sabur" deyip vaziyeti kisaca hikaye etmis. Beriki,
-Nicun bunca ufak bir seyi dert ediyorsunuz efendimiz; cagirin Rus padisahini; avluda iki kotek attirip azledin olsun bitsin!
Serdar-i Ekrem'in bu cevap karsinda yere diz cokup ellerini niyaz makaminda goge kaldirarak soyle dua ettigi rivayet edilir:
-Ya Rabbi, su sersem kulunun aklini bir geceligine bana bahset ki, hic olmazsa bir gece rahat bir uyku uyuyabileyim!
Hadise gercek midir, yakistirma midir bilinmez; yakistirma olsa bile yukarida naklettigim hangi varyantin suyunun suyudur ondan da emin degilim; ama emin oldugum bir sey var; zihin selameti buyuk nimet.
"Beni de adamdan saysinlar." diye bahsetmiyorum; aklindan memnun butun orta zekalilar gibi bende de etrafimda olup bitenleri makul bir illiyet dizisi icinde anlamak, sebeple sonuc arasindaki alakayi, atilan tasla urkutulen kurbaga arasindaki maliyet hesabini kendimce anlasilir kilmak ihtiyacindayim. "Dusunen kafalara kotu fikirler ususur / Buyuklerimiz her seyi bizden iyi dusunur." tekerlemesinin demokratik kulturun hakim oldugu toplumlara has bir meziyet olmadigi kanaatini tasiyorum. "Ben beserim ve beseri olan hicbir sey bana yabanci degildir." diyen Terence'e hak veriyorum. Tarih okumalarim, egrisiyle dogrusuyla tarihte olup biten hicbir hadisenin anlasilmaz (esoterik, batini) nitelikler tasimadigini hatirlatiyor bana. Hal boyle iken "buyuklerimizin" kotardiklari isleri anlasilmaz kilmak icin olaganustu gayret sarf etmeleri, ince toplum muhendisligi operasyonlari tasarlamak icin sabahlara kadar uykusuz kalmalari ve islerin en'netice "sancak sag iskele sol" noktasina gelip dayanacagini fark edememelerine gulesim geliyor.
Uzun yillar ayni gemide calisan bir tayfa, her seferden once kaptanin mutlaka kamarasina kapanarak celik kasayi actigini, oradan cikardigi kilitli bir sandigin icinden bir defter cikardigini ve o defteri dakikalarca tetkik ettikten sonra ezberlemek istermis gibi bakislarini ufuklara cevrip uzun uzun dudaklarini kipirdattigini gorur ve delice bir merakla kaptanin ne yaptigini, o defterde neler yazdigini anlamak istermis. Gunun birinde okyanus ortasinda kaptana emr-i Hak vaki olmus. Vaziyeti ilk once fark eden tayfa, kimselere haber vermeden kaptanin kamarasina girmis, titreyen elleriyle kaptanin koyun cebinden kasanin anahtarini cikarmis. Sonra gurultu cikarmamaga calisarak once kasayi, sonra kasanin icindeki sandigin kilidini epey kurcaladiktan sonra onu da acmaya muvaffak olmus. Sandikta siyah deriyle kapli kalin bir defter duruyormus. Tayfa, heyecanla defteri acmis. Defterin ilk sayfasi haric, diger butun sayfalari bombosmus ve ilk sayfada sadece su dort kelime yaziliymis:
"Sancak sag, iskele sol."
Terence'in ima ettigi hakikat bu iste; kaptanin bildigini tayfa da bilebilir; ama hicbir kaptan, bildiklerinin tayfalar tarafindan bilindigini istemez.