"Söz" düştü!

Bu "on altı Türk devleti" efsanesini kim çıkardı bilmem; daha ilk duyduğumuzda, "bu işi iyi yapıyorsak ilk on beşi neden battı?" diye kendi kendimize sormuştuk. On altı Türk devleti övüncünün ardında Türklerin müstakil devlet kurmaktaki tarihî kararlılıkları ve becerilerinin varlığı mütearifesi yatıyordu.

Devlet kurmak büyük oranda bir konjonktür problemidir, her dünya savaşından sonra galipler haritaya cetvel koyup birçok devlet kurdular. Afrika haritasındaki düz siyasî sınırlar elbette dikkatinizi çekmiştir. Meseleye başka açıdan bakalım; iç dinamikleri harekete geçirerek müstakil devlet kurmak elbette siyâsî bir erdemdir; ama kurulmuş bir devleti "işletmek" daha fazlasını gerektiriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucularına elbette minnet ve hürmet borçluyuz; bu devleti 76 senedir (siyasî bir cihaz olarak) biz işletiyoruz; neticeye birlikte göz atalım:

76. yılında devletimiz, kendi eliyle seçip görev verdiği, güvenlik soruşturmasından geçirdiği memurunu denetlemekte, kendi eliyle yapıp mer'iyete soktuğu kanunların yetersizliğinden yakınarak "hukuk ve yargı dışı" bir olağanüstü durum kararnamesini keyfî bıçak sırtına bindiriyor. 57. hükümetin cuma günü basına dağıttığı basın bildirisi, bu açıdan değerlendirildiğinde bir âcizlik ifadesinden ibarettir.

Devletimiz, 76 yıllık kıdemine rağmen kamu otoritesi kurmakta ve kamu hizmeti vermekte zaafiyetler içindedir. Hak sınırlayan fermanlarla otorite kurmak büyük marifet değil; tarihte nümunesini gördüğümüz faşist yönetimler, zorba diktatörlükler, despot krallıklar kamu otoritesini hâkim ve âmil kılmanın daniskasını başardılar; hak sınırlamakla hâkim olunur; ancak âdil olunmaz; demokrasiyi Türk milletine üç numara kalın görüyorsanız açıkça ifade etmelisiniz.

Devletimiz "laik, demokratik bir hukuk devleti olmak" ülküsünde samimi olmadığını tarihî tecrübeyle göstermiştir. Türkiye'de laiklik, ancak "devletin kontrolü altındaki dinî hayat" tarzında yorumlanabildiği için "çağdaş" değildir ve siyasî ve sosyolojik kategori itibariyle şimdiki zamanın "gerisine" düşmektedir.

Demokrasi konusundaki samimiyetsizliğimiz kerrat ile sâbıkalıdır; sadece askerî darbelerle izzetinefsi hırpalanan Meclis fikrinden ve baskı altına alınan demokratik haklar açısından değil; militer ve despot ruhlu, işbirlikçi bir siyasî entelijansiyanın hâlâ hükümfermâ olması bile bu hükmün doğruluğunu gösterir.

Hukuk devleti, hukuk cihazının en üstün ve belirleyici olduğu tercihin adıdır. Memurundan bile "yargılanma hakkı"nı esirgeyecek kadar ürkek bir kamu cihazı, memur bile olmayan sair tebâsına nasıl tedirginlikle bakar, hesap edilmelidir.

76 yıllık kamu maliyesi politikalarının encâmı ortadadır; devletimiz kendi hesabını tutturmakta başarısızdır.

Devletimizin diplomatik kariyeri hiç de göğüs kabartıcı sayılmayacağı gibi üstüne üstlük cümle âlemi bize düşman sayan bir tedirginlik ve obsesyon tarafından sürekli beslenen ve dış güçler tarafından kolayca manipüle edilebilen sığ bir strateji üzerine dayanmaktadır.

Devletimiz kendi vatandaşlarıya 76 seneden beri barışık yaşayabilmenin usûlünü hâlâ bulamamıştır ("aramadı ki" demek de mümkündür). Cumhuriyet'in "bir millet olmak" projesi, iş bu tedirginlik ve takıntılar yüzünden akim kalmıştır. Devletin vatandaşla ilişkisini düzenleyen bütün kanun metinleri, güvensizlik üzerine bina edilmiştir.

Cumhuriyet'in bir başka ülküsünü teşkil eden "milli eğitim" siyaseti iflâs halindedir; devlet tarafından düzenlenen ortaöğretim süreçlerinin başarısızlığı tescillidir; bu okullarda verilen anadil öğretimi yetersiz, genel kültür bilgisi kıt, asrî icaplara intibak kabiliyeti kifâyetsizdir; üstelik bu okullar, tek gayesi gibi görünen üniversiteye hazırlık imtihanında başarılı olabilmek için Türk gençliğine yardımcı olamamakta ve "dershanecilik" sektörü, milli eğitimimize paralel bir "paralı eğitim" süreci halinde her geçen gün büyümektedir (artık Tv kanalları bile var).

Devlet tarafından kurulan, işletilen ve denetlenen trafik nizamı, Türkiye'yi trafik kazalarında dünya şampiyonu yapmış, yollarımız salhaneye dönmüştür. İçişleri Bakanlığı tarafından istenen ilave kadro talepleri yaraya merhem değildir. Bu, vatandaşın eğitimsizliği vs. gibi gerekçelerle geçiştirilebilecek bir başarısızlık olmayıp, tam aksine, "düzenleyici devlet aklı"nın trafik düzeninde artık yetersiz kaldığını gösteren çok ibretâmiz bir örnektir.

Misâlleri çoğaltmak neye yarar; biz artık "aklî ve mantıkî olana itaat ederek "fikr-i selim"de buluşmak noktasını geçtik. Sözün düştüğü yerde fikir de düşer. Gazetelerin "insan kaynakları" sayfalarındaki ilan metinlerinin İngilizceyle yayınlandığı bir ülkede "söz" düşmüştür ve bir kısım vatandaşın bir başka dilde eğitim ve yayın faaliyetlerinde bulunmasını tartışmak bile mânâsız hale gelmiştir.

Sanki her şey, pek kısa bir vadede iş görmeye mecbur insanlara mahsus bir acelecilik, telâş ve hatta kabalık üslûbu ile cereyan ediyor gibi; hani yangından mal kaçırmayı andırır bir tablo sanki!

Tarihe karışmış şu on beş eski tecrübeden hiç ders alınmamış mıdır ki on altıncısını bu kadar kötü ve sarsakça yönetmekte ısrar etmekteyizdir?


Kaynak (Arşiv)