Soru: Ezik miyiz? Cevap: Bittabii!

Bir futbol camiasını büyük yapan şey nedir; açıp içine bakalım; büyüklük neyle ve nasıl oluyor, nedir yani?

Bizdeki karşılığı belli: Şampiyonluk sayısı, taraftar bolluğu, müzedeki kupaların çokluğu, bütçe genişliği, satın alınan futbolculara büyük paralar ödenmesi vesaire. Ha, ara sıra etik değerlerimiz, kulüp kültürümüz, geleneğimiz gibi lâflar da edilmiyor değil. Tamamen göstermelik ve içi boşaltılmış lâflar bunlar. Kulüpleri birbirinden ayıran şey, renkleri; değerleri değil. İçlerinde büyüklük sıfatını lâyıkıyla hak etmiş kimse yok.

Kulüpler taraftara yaltaklanıyor; taraftarlar da kulüplerine ilân-ı aşk ediyorlar; arada kanarya, boğa, aslan, kartal, timsah, arma, forma gibi bağlantı elemanları olduğu için ilişkinin kofluğu ve sahteliği görünmüyor.

Hatırlıyorsunuz, şikeyle suçlanan kulüpleri en çok küplere bindiren şey, "Bize nasıl şike ithamında bulunursunuz?" değil, dikkat edin, "Herkesin bulaşmış olduğu bir çamur banyosunda niçin sadece biz pis çocuk muamelesi görüyoruz?" isyanı!

Basit bir hatırlama yapalım: Spor kavramının aslı, eski tâbirle beden idmanıdır. Sporu, müsabaka şekline sokarsanız, beden idmanına ahlâkî bir doğrultu vermeniz gerekir. Biri kazanıp öteki kaybedince kazananı sevindirik olmaktan, kaybedeni depresyondan alıkoyan espri, ahlâkî bir kabuldür: Kazanan rakibini gururlandıracak, kaybeden ise diğer müsabıkı içtenlikle kutlayacaktır. İşin bir de "kazanmayı ve kaybetmeyi öğrenme" faslı var ki, bizim futbol kültürü seviyemize ağır gelir, anlayamayız. Bizde yenmek, rakibi fethetmek, perişanlatmak, aşağılamak, utanç içinde bırakmak anlamına gelir ve o yüzden kazanmak, delicesine bir hayat-memat problemi gibi görünüyor.

Spor "sefer" halidir halbuki, zafer değil. Bu kadar basit. Spor kültürü insanlara seferde bulunmayı ve sefer ahlâkını kazandırırsa bir mânâ taşır; aksi halde sıradan, ucuz ve bayağı bir taraftarlık oluveriyor. Bizim spor kültürümüz son yirmi seneden beri çok kötü ve üslûpsuz tarzda ticarileştirildiği için sefere değil zafere hasret bir ihtirasa dönüştü. Zafere hasretiz çünkü genlerimizde eziklik var. Öyle olmasa, milli maçlarda bile şike şaibelerine bulaşmazdık vaktiyle, İsviçre maçı bitince deli danalar gibi sahaya dalıp rakibi sille-tokat dövmeye kalkışmazdık; demek ki bu bizde millî bir refleks haline gelmiştir ve o esnada biz, belki lüzumsuz derecede millî galeyâna bulaştığımızdan bu inceliği fark etmemişiz.

Hepimizi aynı yağmur ıslattı, aynı rüzgâr kuruttu; meziyetlerimiz de, utanılacak tarafımız da aynı ortak kökten geliyor. Ezikliğimiz de kolektif bir mahiyet taşıyor. Düşkün yanımızı zaferle tez yoldan uyuşturmayı biz seçtik, oysaki "sefer"le, uzun ve meşakkatli yolu tercih etmeliydik. Yapamadık, taraftarlığı yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Kadın seyircilere bile erkek ağzıyla sinkaflı küfürler ettiren, çocuklarımıza daha sabî ve mâsum çağlarında taraftarlık dayatan bir nefret kültürü oluşturduk. Bu yanlışa ben de iştirak ettim vaktiyle.

Şimdi ortalığa bakınca ümitsizliğe kapılıyorum. Kimse üzerine hata kondurmuyor; karşıdan bakınca âkil adam zannedilen saçı sakalı ağarmış bazı köşe yazarları bile taraftarına üçlük çektirecek berbat savunma yazıları kaleme alıyorlar. İçlerinde ihâleyi "Cemaat"e yıkanlar bile eksik değil. Al bu senenin İsmail Dümbüllü ödülü'nü (ki ödül kavuktur mâlum) geçirsin kafasına.

İyi değiliz, hastayız, hem enikonu hastayız; titreme nöbetleri, yüksek ateşler, sayıklama, abuk-sabuk konuşmalar, halüsinasyonlar, adalelerde şiddetli kasılmalar. Zamanla geçecek ama çabuk şifa bulmak için perhiz etmek lâzım. Kapatın federasyonu filan, maçlara bir sene ara; halı saha maçlarına bile. Bu arada kulüp yöneticilerini Evropalara tahsile, stajlara gönderelim; yöneticilik, meşrû yollardan kulüp finansmanı, kulüp kültürü öğrensinler; felsefe kurlarına da devam etsinler hariçten. Yetmezse Balkanlar'da bazı tekkeler hâlâ açık; biraz tevâzu tâlim etsinler...

Kimse çıkıp, "Bizde de faaliyet gösteren tekkeler var" demesin bana; ne mâlum taraftar defterine yazılmadıkları?


Kaynak (Arşiv)