Soru: Bu kızlar niçin neş'esiz?
Arşiv belgesi deyince hepimizin aklına, devletin iyi korunan, serin ve kuytu koridorlarına sıra sıra dizilmiş binlerce raf ve dolapta özel mahfazalar içinde saklanmış belgeler gelir. Sararmış ve üzerinde ne yazıldığını ancak iyi eğitim görmüş bir uzmanın okuyup anlayabileceği belgelerdir bunlar.
“Arşive girmek”, bilim dünyasında önemli bir kıdemi ifade eder. Arşiv belgesi ise “gerçeğin dibi” diye nitelenir; oysaki –lâf açıldığı için söylüyorum- bazen bir belge, hazırlanışı ve sahiciliği itibarıyla buz gibi gerçek bile olsa, onun hakikati puslandırmaya yarayabileceği de daima hesaba katılmalıdır. Özellikle devlet arşivi söz konusuysa, belgeleri hazırlayanların birer devlet memuru olduğu hesaba katılarak belgenin, gerçeği gizlemek veya bir miktar saptırmak için düzenlenmiş olabileceği gözden ırak tutulmamalıdır.
Arşiv belgelerinin her zaman asık suratlı, sararmış, anlaşılmayan yazıyla kaleme alınmış veya gerçeği saklamak için hazırlanmış olması gerekmez. Meselâ şu an itibarıyla bir aile arşivinde, bir bohçanın dibinde, bir sandık kuytusunda veya aile büyüklerinden yadigar bir fotoğraf albümünde pek önemsemediğiniz bir kâğıt parçası (mektup, tapu senedi, gazete, fotoğraf, hatta bir fatura veya vergi belgesi) arşivlik bir değer taşıyor olabilir. İşte yukarıda gördüğünüz fotoğraf da bir aile albümünden çıktı ve yüksek derecede arşiv belgesi niteliği taşıyor.
“KEMAN ÇALAN KIZLAR” FOTOĞRAFININ HİKÂYESİ
Cumhuriyet ilan edileli henüz birkaç sene bile geçmemiş. O yıllar Anadolu’nun harp, seferberlik ve kıtlık acılarını arkada bırakarak toparlanma yıllarıdır. Lise, yani o günkü adıyla idadi dediğimiz okullar Anadolu’da neredeyse pek seyrektir. Niksarlı ve varlıklı bir ailenin evladı olan Ahmet, 1925 yılında tahsil için dengini omuzlayıp Sivas İdadisi’nin orta kısmına yazılmak üzere Sivas’a gelir, mektebin orta kısmına yazılır ve 1928 yılına kadar Sivas’ta talebelik eder.
Bir ortaokul öğrencisinin o yokluk ve içe kapanıklık yıllarında fotoğrafa meraklı olması sıradışı bir şey. Genç Ahmet (Soyadı Kanunu’ndan sonra Güneş soyadını alacaktır) okul çevresinde erişebildiği fotoğrafların koleksiyonunu yapmaya başlar. Ailesi varlıklı olmasına rağmen genç Ahmet’in bir fotoğraf makinesi edinemediği anlaşılıyor. Meselâ, daha sonradan Niksarlı Güneş ailesinin aile albümündeki fotoğrafların anlamlı bir kısmını, o günlerde pek faal ve canlı bir kuruluş olan Türk Ocağı’ndan temin etmiş; kalanı ise arkadaşlar çevresinden. Genç Ahmet, mektebin idadi kısmına devam etmeyip 1928 senesinde, çantasındaki fotoğraflarla baba ocağı Niksar’a dönmüş. Güneş ailesi o günden beri fotoğrafları titizlikle saklamış. Ahmet Güneş’in oğlu M. Necati Güneş (Halen Niksar Endüstri Meslek Lisesi tarih öğretmeni), Sivas’ın o yıllardaki hâlini resmeden aile yadigarı fotoğrafları, büyük bir centilmenlik göstererek birkaç ay önce Sivas’ta yayımlanan Hayat Ağacı dergisi editör ve yazarı Tekin Şener’e göndermiş.
Çoğunu Ahmet Güneş arşivinden çıkan fotoğrafların oluşturduğu sergi geçtiğimiz günlerde, “100 Fotoğrafta Sivas’ın Görsel Belleği” adıyla İstanbul’da Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde kamuoyuna takdim edildi. Serginin açılış günü, bir kısmına zaten aşina olduğum fotoğrafları gezerken ‘Keman çalan kızlar’ fotoğrafının önünde çakılıverdim. Fotoğraf tekniği açısından çok dengeli bir kompozisyonu vardı, eğitim tarihimiz bakımından iç içe geçmiş çeşitli katmanları ihtiva ediyordu ve Sivas’ın yakın tarihinin pek bilinmeyen bir veçhesine ışık tutuyordu.
Tekin Şener, albümdeki fotoğrafların kendisinde nasıl bir sevinç uyandırdığını şöyle anlattı:
-Eksik olmasın M. Necati Bey, fotoğrafları bizzat tarattırıp internet aracılığı ile dergimize yolladı. Her fotoğrafı açarken adeta içim içime sığmıyordu, daha neler çıkacak diye beklerken hayatımın en heyecanlı dakikalarını yaşadım.
Fotoğrafların kalanını merak edenler Hayat Ağacı Dergisi’nin “Mutlu Sokak Misafirliğimiz” konulu 24. sayısında görebilirler (dergiye ulaşmak isteyenler ek bilgi:www.facebook.com/Hayat.Agaci.Dergisi)
AYRINTILAR... AYRINTILAR...
Fotoğrafta dikkatime saplanan ilk şey, muhtemelen fotoğraf çekimi için bahçe duvarının dibine sıralanan müzik öğrencisi kızlardan hiçbirinin yüzünde, bizzat müzik yapıyor olmanın verdiği iç huzurundan bir eser olmayışı idi. O yaştaki gençler için müzik eğlencelidir halbuki. Müziği sevmiyor olamazlardı ama muhtemelen yatılı bir kız mektebinde (Fotoğrafın altında kırmızı mürekkeple “Sivas Kız Muallim Mektebi Musiki Takımı” yazıyor) bir müzik grubunun üyesi olmanın genç çehrelerinde uyandırması gereken yaşama sevinci objektife aksetmemişti. Niçin acaba? Aniden ortaokuldaki zoraki müzik derslerinin sevimsiz atmosferini hatırladım. “Bitse de kurtulsak” diye içten içe dua ettiğimiz sevimsiz dersler...
Bu anlamlı somurtkanlığın sebebi, sol başta bütün topluluk üzerindeki otoritesini bütün heyetiyle temsil eden “takım şefi”, yani musiki muallimi olabilir mi acaba? Bence yüzde 90 öyledir. İsmini bile bilmediğimiz bu müzik öğretmeninin vebaline girmeyelim; belki de sadece müdür muavinlerinden biriydi ve fotoğraf karesine devletin otoritesini duyurmak için dahil olmuştu. Ayaklarını kararlı bir eda ile gerili bir yay gibi yana doğru açması, başparmaklarını yelek cebine takarak “Hanginiz sibemol’ü yanlış bastı bakayım!” yollu hesap sorar tavrı, yerdeki çamura rağmen gıcır gıcır parlayan iskarpinleri, günün modası icabı geriye doğru taranmış uzun ve briyantinli saçları, bembeyaz gömleği, muhtemelen kırmızı desenli kravatı ve illâ ki duman tonundaki kara gözlükleri ile devletin ayakta duran halini temsil ediyor ve fotoğrafa müthiş bir derinlik, hareket ve anlam katıyor.
Sakın vali filan olmasın; pekâlâ mümkündür; “O levendâne hırâm...”
Bilmiyoruz, saçları nedense hep aynı tarzda kesilmiş öğretmen adayı genç kız çehrelerine eşit miktarda dağılmış neşesizliğin sebebini bilmediğimiz gibi.
Elbiselerde üniformayı hatırlatır bir yeknesaklık göze çarpıyorsa da yanıltıcı; eğer sevgili editörüm bu fotoğrafı, ayrıntıları fark edebileceğiniz büyüklükte yayımlamış ise fark edeceksiniz ki birkaç hariç muallime namzedlerimiz –siyah esas olmak üzere- farklı elbiseler, farklı çorap ve ayakkabılar telebbüs etmişler.
Bu solgun, neşesiz genç kızlar, belki bu fotoğraf “aldırıldıktan” birkaç ay sonra irfan ordusunun genç birer muallimesi olarak keman kutuları ellerinde mekteplere dağılarak, geri kalmış bir memleketin ezik çocuklarına muasır medeniyet seviyesinin asrî musikisini terennüm edecekler ve galip ihtimâl, talebelerinin çehrelerinde de, yandaki fotoğraftaki, insana hüzün veren neşesizliği fark edeceklerdi.
Bu fotoğrafı dikkatle seyretmenizi isterim; bütün detaylarıyla Cumhuriyet devri maarifinin röntgen filmi gibidir.
Şimdi evinizdeki aile albümünde sararmaya yüz tutmuş fotoğraflara bir de bu bakış açısıyla göz atmanızı rica ediyorum; içlerinde belge niteliği taşıyan fotoğraflar vardır şüphesiz.
Fotoğrafı yayımlamama izin veren M. Necati Güneş’e ve Tekin Şener’e çok teşekkür ederim.