Son yazı?
Bu okuduğunuz muhtemelen saçma-sapan bir yazı olacak (fonda ‘öteki yazıların de öyle değil miydi!' sesleri), evet muhtemelen öyle olacak çünkü şu an itibariyle gazete merkezinde bir arkadaşın bilgisayarında yetiştirmeye çalıştığım bu satırlar, bu gazetede okuyacağınız ‘son yazı' olabilir.
Durum şöyle: Kayyım ve sair enkaz ekibinin gazeteye ulaşmak üzere yolda olduğu bilgileri geliyor. Editörüm de, yarınki gazeteyi kayyımcı enkaz ekibin keyfine bırakmamak için erken baskıya girmek derdinde. Ah bu gazeteciler!
Aşağıda ise gazete çalışanları ‘direniş pankartları'yla, işlerine son verip meslek dışı bırakarak gazeteyi göçertecek yıkım ekibini bekliyorlar. Enkazcıların birkaç protesto sloganı ve pankartı görünce pişman olmasını beklediklerinden değil: ‘İşte o gün biz doğru tarafta, haklıların yanındaydık' diyebilmek için.
İtiraf edeyim ki, sayıları fazla değil ama tarihe şahitlik ediyorlar. Türkiye'de bırakınız hukuku, kanunun bile kalmadığı günün tutanağında onların da imzası olacak.
Haliyle bu akıbeti belirsiz yazıyı sıra gözetmeksizin bir takım kurum ve kişilerin azız hatıralarına adayarak tamamlamak istiyorum.
Başta, bize bu emsalsiz tuhaf ve saçma-sapan günü yaşatmak için, taa nerelerden erinip üşenmeyerek resmi mercilere emirle karışık talimatlar yağdırıp gazetemize zorla kayyım atanması için elinden geleni ardına koymayan aziz reisicumhurumuza…
Yüzünü gördükçe, bana Yunan tragedyalarındaki çifte karekter maskesini hatırlatan; gülen yüzüyle insan haklarından, basın hürriyetinden ve demokratik değerlerden bahsederken ağlayan yüzüyle ebedi şefinin talimatlarını yerine –eli mecbur!- getiren ve bu arada bırakınız basit yurttaş haklarını, başında bulunduğu kabinenin, parlamenter sistemin varlık sebebini bile savunamayan Başbakanımıza…
Son iki yılda parlamentonun itibarına demokrasi borsasında dip yaptıran meclis başkanlarına…
Parti içindeki muhalefeti tırsıtmak için bula bula ‘paraleller içimize sızmak istiyor' keşfinde bulunarak koltuğunu kurtarmaya çabalayan siyasi mumyalara…
“Bana Zaman'ın anahtarlarını getirin” emrini adeta dini bir vecd, hatta ürperiş ve çokça da korku ve endişe ile yerine getirmek için anayasa, kanun, tüzük, trafik vesaire gibi bilumum mevzuatın gazozuna ‘tertemiz emeller'i uğruna ilaç karıştırmaktan çekinmeyen bilumum gönüllü-gönülsüz emir kullarına…
Dört ay kadar önce ‘memlekete istikrar getireceğiz' vaadiyle aziz ve necib halkımızdan oy isteyip vekil seçilerek mecliste iktidar sandalyelerini dolduran ve fakat tez zamanda ülkenin içerde ve dışarda feci gailelerle yüzyüze kalmasını acı acı seyreden AKP grubuna…
Sureta demokrat görünüp de, sofrada ekmeğini bölmeden önce bile hamdele-besmele olsun diye paralele dirsek atmadan cümle kuramayan çakma Mevlevi dervişlerine…
Şu dar günde olup bitenleri pekala anladığı ve bildiği halde, ‘oh olsun şunlara, vaktiyle darbeci abilerimize az çektirmemişlerdi' diye manidar bir pişkinlik ve suskunluk çölünde vapur bekleyen ulusalcı takımına…
Nice zamandır bırakınız bir bardak suyu, bir kuru selamı bile esirgeyerek arkadaşlarına cüzamlı muamelesi yapan ‘eski arkadaşlar'a...
Hasseten an itibariyle yandaş medyada yan gelip, zulmü alkışlayan izzeti yaralı kalemşör takımına…
Ve siyasi tercihleriyle bu günleri hazırlayan aziz ve necib milli iradeye…
En samimi ve anlamlı ‘hisli duygular'ımı sunuyor ve bu yazının muhteviyatındaki sitemleri, kendilerine değil, kendilerinden sonrakilerin vicdanına havale ediyorum. Onlara şükran borçluyuz. Eğer susmasalar, eğer bir hakperest olsalar bugün biz bu güzellikleri (!) yaşayamazdık.