Son tahlilde: "Sezadır!"

Nasreddin Hoca'nın bindiği dalı kesmesiyle ilgili nükteyi herkes bilir; ama hiç kimse kendisinin böyle bir hata işleyeceğini hesaba katmaz. Güldüğümüz şeyleri, kendimizden ötedelere yansıtırız; "ne gülüyorsun, anlattığım senin hikayen" diyen Latin hakimi, bu hakikati ümitsizce hatırlatmaya çalışır; ama nafile. Bindiğimiz dalı kesmek bize ızdıraba mal olur ve seyredenler için manzara hep eğlendiricidir.

Zaman'ın gazete tirajlarıyla ilgili manşetini okuyunca Hoca Nasreddin'i hatırladım; nüfusumuz artarken, okur-yazar sayısı kararlı bir şekilde çoğalırken gazete tirajlarının düşmesi tam da Türkiye'nin hal-i hazırını anlatan bir çelişki. Doğrusu uzaktan bakınca gülünecek kadar aykırı bir gelişme; ama Türkiye'yi izah ediyor ve bu yönüyle can acıtıyor.

Daha yirmi yıl öncesine kadar bu toplumda basılı evrakın büyük bir itibarı vardı. Basılı evrakın nesnesi, yani kağıt kadar onun üzerine basılmış yazılar da şimdi bize garip görünen bir saygıya muhataptı. Çocukluk günlerimde bahçe veya sokak kenarındaki kerpiç duvar kovuklarına sokuşturulmuş kağıt parçaları görürdüm; bazıları düpedüz gazete parçasıydı. Sebebi ne olursa olsun kağıda bir nevi kudsiyet atfeden bir anlayıştan, her türlü basılı evraka şüphe ve itimatsızlıkla bakan bir önyargıya gelmek doğrusu az-buz zahmet eseri olmasa gerektir. Gündelik hayatta kağıdı temizlik malzemesi niyetine harcıalem tasarrufa mevzu etmenin de vebali vardır. Basılı evrakın nesnesi kudsiyyetini kaybetti; pek çok lokantada havlu yerine kullanılmak üzere desteyle bırakılmış üçüncü hamur destelerini gördükçe hala içim cız ediyor. Bununla birlikte basılı evrakın inandırıcılığını kaybetmesi de çok dikkat çekicidir. Bundan on yıl evvel dedem rahmetli olduğunda evrak-ı metrukesi içinde bir sürü ödenmiş su ve elektrik faturası, vergi makbuzu, miyadını doldurmuş resmi evrak bulduğumda fark etmiştim ki bizden önceki nesil, basılı evraka kamuya dair bir ciddiyet ve ehemmiyet atfetmekteydi.

Kağıda reva gördüğümüz muamele hazindir; ama daha düşündürücü olanı matbu evrakın prestij kaybıdır. Şimdi herkes matbu evrakın aslında bir manipülasyon aracı haline geldiğini insiyakiyle seziyor. Bu sezginin vebal ve sevabı Türk basınına aittir. Kağıtla hakikat arasındaki o an'anevi alakayı "necib Türk matbuatı" yıllarca emek vererek yıktı. Lakin bir başka açıdan basının, kendine cömertçe vehmedilen krediyi, mirasyedi tavrıyla saçıp savurmasının kısmi hayırları yok değil: "Tenkid fikri"nin gelişmesi ve toplumda sahih bir yer edinmesi için basının itibar kaybetmesi belki pahalı bir bedel teşkil ediyor; ama yangından kurtarılmış eşya cinsinden "bu da bir kardır" avunabiliriz en azından.

Bir toplum kendi evlatlarının işlettiği basın kurumuna karşı tepki ve güvensizliğini daha nasıl anlatabilir dersiniz; dramatik sınırlara yaslanan toplu tiraj kaybının anlamı açıktır: Türk toplumu, Türk basınını cezalandırıyor; onu güvenilmez buluyor, hükümlerine ve haberlerine itimad etmiyor ve onunla alakasını diplomatik lisanla "maslahatgüzarlık seviyesine" kadar düşürmüş bulunuyor. Beylik tabirle "Ortadoğu ve Balkanlar'ın" ve hatta Avrupa'nın en yeni baskı tesisleri bizde, basın imparatorları Roma imparatorlarının bile havsalasından geçmeyen lüks ve pahalı kaşanelerdeki sırça ofislerinde dünyanın en taze haberleşme teknolojisini kullanarak bu topluma haber götürüyorlar; ama ahali bu ikrama kabul göstermiyor. Her şeyi bizden çok iyi bilen büyüklerimiz, fakirin, yetimin, öksüzün lokmasından ayırdıkları yüklü ve leziz teşvikleri "basınımıza feda olsun" diye selsebil ediyor; ama yevmiye beş milyon nüsha basabilecek o pırıl pırıl makineler, nedense yarım milyon baskıdan sonra tıknefes oluveriyorlar. Un, yağ, şeker mevcut; ama helva kerpiç gibi. Bir şeyler aksıyor; birileri aksaklığın sebebini araştırıyor ve karşılarına çıkan en basit, en sıradan ve en çaresiz çareye teslim oluyorlar; gazete alırsan sana tabak veririm, gazete alırsan sana çamaşır makinesi veririm teklifinin gerçek anlamı nedir? Ben bundan "okuyucuyu küçümseme, ona saygı duymama, onu rüşvete alıştırma" gibi bir mana çıkarıyorum.

Beli, okumayı sevmiyoruz; gazete pahalı, esasen kitaba da düşkün değiliz; ama rakamlar çok daha vahim bir sinyal veriyor; basınımız, -nadir istisnalar dışında- millet nazarında ilgisizlikle cezalandırılıyor. Milletin dediği şu, "Ne isterseniz yazın çizin, haklıyla haksız arasında kimin tarafını tutarsanız tutun, hangi güçlerin borazanlığını yaparsanız yapın artık sizi yok sayıyor ve veresiyeyi kapatıyorum." Bana göre Türk basını böyle bir cezayı hak etmişti; bu millet kendi matbuatını hakikatin ve haklıların yanında görseydi iş bu raddeye varmazdı elbette.

Ve sırça ofislerde oturanlar hala ellerinde dülger testereleriyle bindikleri dalı kesmekle meşgul. Haydi ilmi ağızla söyleyelim: "Son tahlilde düşmeniz kaçınılmaz görünüyor beyler!"


Kaynak (Arşiv)