Son ikaz: Yavuz küpe takmazdı arkadaşlar!
Ecdad boşuna, "Galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evlâdır" dememiş. Yavuz Sultan Selim'in küpeleri efsanesi, bugüne kadar defalarca, üstelik en ehil ağızlar tarafından yalanlanmasına rağmen geçenlerde yine gazetemizde Cennetmekân Selim Han ile ilgili haberde o meşhur küpeli illüstrasyona yer verilmişti.
"Yavuz'un 'Üzerime örtün' dediği kaftan 4 yıldır depoda" başlıklı habere göre kabrin üstündeki kaftan 2008 yılında bakım için kaldırılmış ama hâlâ yerine konulmamıştı; bu haberi desteklemek için yine o mâhut resimden iyisi bulunamamıştı galiba! Halbuki, "O adam"ın Sultan Selim Han olmadığı, bilakis Şah İsmail'e ait olabileceği meselesi basında defalarca işlenmiş, bu meyanda gazetemiz Zaman'ın 5 Haziran 2010 tarihli nüshasında Özge Yalın kardeşimiz tarafından, "Tarihin Yavuz Sultan Selim yanılgıları" başlıklı bir haber bile yapılmıştı. Haberin girişine bir göz atalım beraber: "Bazen tarihî gerçekler hamasetin ve yanlış bilgilerin sisleri arasında kayboluyor. Tarihimizin en ilginç padişahlarından Yavuz Sultan Selim ile ilgili de yanlış bilinen birçok şey var. Bu yanlışlar tarihçiler tarafından her fırsatta düzeltilmeye çalışılıyor. Mesela yıllardır öğrencilere Yavuz Sultan Selim'in küpe taktığı öğretiliyor hatta küpeli resim bile gösteriliyor." Aynı haberde tarihçi Erhan Afyoncu'nun konuyla ilgili olarak "Yavuz'un Küpesi" nâmıyla müstakil bir eser kaleme aldığına da işaret ediliyor.
Eee, bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu mu demeliyiz? Hayır, sadece şu nükteyi hatırlamalıyız: "Galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evlâdır" Genç okuyucular için ifâdeyi açalım: Herkesin bildiği ve kabullendiği meşhur bir yanlış tâbir, en tartışılmaz ve açık sözlük maddesinden bile daha fazla fiili geçerliğe sahiptir!" Yine de mânâyı tam karşılamıyor ama, anladınız siz onu. Aynı konuda Einstein'a atfedilen bir söz daha hatırladım şimdi, şöyle: "Önyargıları yıkmak, atomu parçalamaktan daha zordur."
2010 yılında Murat Bardakçı da bu meseleye yeniden dikkat çekmek lüzumu hissetmiş. Yazısının başlığı şöyle: "Yavuz Sultan Selim'in sandığımız bu resim aslında kimin?" ve o meşhur, hattâ belki Selim Han'ın kendisi kadar meşhur o mâlum küpeli fotoğraf. Bardakçı'ya göre bu resim Selim Han'a değil İran Şahı İsmail'e aittir ve küpe Şah İsmail'in Şiiliğini ve Hayderî-Kalenderî kimliğinin nişânesi olup bu küpeye Hayderîler arasında Mengûş adı verilmektedir. Bardakçı bu tezin ilk defa 25 sene önce eski gazeteci Nezih Uzel tarafından seslendirildiğini, Uzel'in bir antika dergisinde, o resmin Yavuz'a değil Şah İsmail'e ait olduğunu ileri süren bir yayın yaptığını söylüyor.
2010 yılında Selim Han'ın hâtırası hakkında yapılan en manidar yayın Prof. Dr. Feridun M. Emecan tarafından hazırlanan ve Yitik Hazine yayınları tarafından yayınlanan 448 sayfalık kapsamlı bir biyografi çalışmasıydı. Prof. Emecan bu eserinde, küpe efsânesinin asılsızlığını bir kere daha ortaya koyduktan sonra kitabının son kısmında Selim-i Evvel'e isnad edilen bütün resim ve minyatürleri, üstelik renkli olarak neşretti. İlk 22'si Şükri Bitlisî'nin 1530 yılında Kanuni'ye takdim ettiği Selimnâme'den, sonraki altı adedi Seyyid Lokman'dan ve son dördü muhtelif tarihlerde yapılmış portrelerinden oluşan bu 32 resmin hiçbirinde Selim Han'ın küpe taktığına dair en küçük bir iz olmadığı gibi, devrin tarihçileri de küpeden bahsetmezler bile.
Yeri gelmişken belirtelim: Yavuz lakabı, Selim Han'a sonradan takılmıştır. Aynı ismi taşıyan üç Osmanlı padişahı devrin tarihçileri tarafından "Evvel, sâni ve sâlis" ekleriyle zikredilirdi. Selim-i evvel Yavuz'dur, Selim-i sâni, "Sarı Selim, Sarhoş Selim" diye adlandırılan 11. padişahtır. Selim-i Sâlis ise bugün Üçüncü Selim diye bilinen ve saray darbecileri tarafından katledilen talihsiz sultandır.
Üç Selimler meselesi, büyük Türk romancısı Kemal Tahir'in unutulmaz romanlarından Yol Ayrımı'nda unutulmaz bir nükteye konu olmuştur. Romanın kahramanlarından Selim'e arkadaşları, "Nasılsın, iyi misin?" sadedinde şöyle sormayı itiyad edinmişlerdir: "Bugün kaçıncı Selimliğin üzerinde?" Selim ise, ruh hâline göre bu soruya cevap verir. Eğer birinci Selim'im derse o gün öfkeliyim anlamına gelmektedir; ikinci Selim, sarhoşluğuyla da tanınan Sarı Selim'e atfen, "Bulutluyum veya içmek istiyorum" mânâsınadır. Üçüncü Selim'i pek sahiplenmez. Günün birinde "Üçüncü Selim" cevabı verince arkadaşı şaşırır. "Neden arkadaş?" diye sorarlar,
-Yenildik Kabakçı Mustafalara da ondan!
Daha fazla ayrıntı isteyen oturup bu güzel romanı baştan aşağı okur, vesile olduğu için bu satırların yazarına da gıyaben teşekkür eder.
Ha, sizin anlayacağınız Selim Han'ın küpesi yoktu efendim.
Üç kerre emsalsiz bu eserden haberdar mıydınız: Tanburi Cemil'in Hayatı
Söz kitaplardan açılınca sizleri iki güzel kitabın neşrinden haberdar etmek istedim. İlki, efsânevi tanbûrimiz Cemil Bey'in hayatını anlatan "Tanbûrî Cemil'in Hayatı" isimli eserdir.
Efendim, bu eser üç bakımdan emsâlsizdir;
İlki, hakkında pek az yayın bulunan Cemil Bey hakkında bugüne kadar yapılmış en etraflı monografi olması sebebiyledir. Bu eserin ilk defa 1957 yılında yayınlandı ve kısa zamanda tükendiği için sahaflar arasında neredeyse altınla tartılarak alınıp satılan bir nadide muamelesi görürdü. Kitap, bundan on yıl önce irfan dünyamızın mihraklarından Uğur Derman Beyefendi tarafından ilavelerle yeniden yayına hazırlandı. Son ve üçüncü baskı yine Uğur bey tarafından bu defa daha genişletilmiş ve vesikalarla zenginleştirilmiş şekliyle okuyucunun karşısına çıkıyor.
İkincisi, bu eserin Cemil Bey'in oğlu Mesut Cemil Tel tarafından kaleme alınmış olmasıdır.
Üçüncü emsâlsizlik sebebi ise Mesut Cemil'in -mübalağasız ifade ediyorum ki- nefes kesecek derecede güzel ve yüksek Türkçesidir. Mesut Cemil Bey, musikişinas kimliği olmasa bile kalemiyle edebiyatımıza derin izler bırakabilecek çapta bir yazardır; Sayın Derman'ın III. Baskıya ilâve ettiği kedi yazılarından birine göz atmak bile bu hükmü doğrulamak için kâfidir zaten.
Baba ve Oğul Cemil'lere bu münasebetle rahmet dilerken, Uğur Derman Beyefendiye ise şu hizmeti sebebiyle alenen ellerinden öperek şükrânımı ifade etmek isterim.
Sahhaf Raif Yelkenci
İkinci kitap iktisat tarihçimiz Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar'ın titiz ve tatlı kalemiyle hayat bulup Kubbealtı Yayınları tarafından neşredildi: Sahhaf Raif Yelkenci.
Beyazıt'taki Sahhaflar çarşısının henüz "Çarşı" olduğu zamanlarının son renkli simâlarından Raif Yelkenci'nin hayatını tasvir eden bu eserin derunundaki "İktisat zihniyeti" tahliline özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Kitabın her sayfasında emsâline mebzûlen rastlayacağınız zengin notlar ise, özellikle ilme meraklı gençlerimizin kulağına küpe edinecekleri cinsten bir titizlik ve ilmî dikkat örneğidir. Raif Yelkenci, mutlaka tanımamız gereken "Son Osmanlılar" kuşağından çok dikkat çekici bir karakterdir.
Kitabın en fenâ tarafı, bir oturuşta okunup bitirilmesi ve insanda "Bu kadar mıydı?" tatminsizliğine sürükleyip bırakmasından ibaret.
Her iki eser de Kubbealtı yayınları tarafından neşredildi.