Sömürülen herşey tükenir

Vaktiyle nasıl "vatan, millet, sakarya" kavramlarının cılkını çıkararak gençlerde vatanperverlik duygularının gerçek karşılığını tahrip ettiysek, canı her acıdığında söze "Atatürk ilkeleri" ile başlamayı alışkanlık haline getirenlerin yarattığı anlam sisi yüzünden bağımsızlığımız ve milli iradenin üstünlüğü prensibi de karşılıksız birer kelimeden ibaret kalabilir.

Atatürkçülük, günün birinde tükenirse bundan sadece Atatürkçülük üzerinden menfaat sağlayanlar değil, devletin kendisi zarar görecek; bu bir tahmin değil, gözler önünde yavaş yavaş gerçekleşmekte olan bir vakıa. Vaktiyle bu yolu açanlar, meselenin evvelâ bizatihi Atatürk'ün hâtırasını, daha sonra devleti ve son planda hakikat duygusunu tahriş edeceğini bilebilirler miydi?

Daha geçenlerde Yükseköğretim Kurulu Başkanı, başkanı olduğu kurumu savunurken alışıldık bir refleksle Atatürk'ün arkasına sığınma ihtiyacı hissetti; halbuki YÖK, 12 Eylül askeri darbesini izleyen süreçte bizzat askeri yönetim tarafından tasarlanarak hayata geçirilmiş bir kurum; yaşı henüz çeyrek asra bile yaklaşmadı. Eğer YÖK'ü 12 Eylül'den sonra Atatürk ilkeleri doğrultusunda oluşturulmuş bir kurum olarak kabul edersek, 12 Eylül öncesinde üniversitelerin Atatürkçü olmayan bir tarzda yönetildiğini de kabullenmek gerekecek, hattâ aynı mantıkla Atatürk'ün sağlığında işleyen üniversite düzeninin dahi Atatürkçü olmadığı yolunda bir karine ortaya çıkacaktır. Kezâ Atatürk'ün ölümünden sonra kurulan müesseselerin ne ölçüde Atatürk ilkelerine göre biçimlenip biçimlenmediği, bitmek tükenmek bilmeyen bir tartışmalar dizisi halinde sürüp gidecektir. Günümüzde her kamu kuruluşu, hatta sivil toplum örgütlerinden çoğu, kendilerini Atatürk'e izâfe ederek meşrûluk kazanmaktan vazgeçemiyorlar; bu yol çıkmaz bir yoldur ve tartışmakla tükenecek gibi değildir. RTÜK Atatürk zamanında kurulmadı, Çevre Bakanlığı da öyle, hatta 1961 Anayasası ile teşkil edilen Cumhuriyet Senatosu da. "Atatürk kurmadı ama Atatürk ilkeleri doğrultusunda çalışması gerekir ve o doğrultuda kurulmuştur" bundan farklı bir mantıktır ve meselâ RTÜK'ün Atatürk ilkeleri doğrultusunda nasıl çalışması gerektiğini tesbit etmek o kadar kolay olmayabilir.

Atatürk'ün anayasasını kimler "ilga" etti!

Yeri gelmişken bir nükteyi daha hatırlatmakta fayda var: Atatürk'ün devlet yönetimi üzerinde en ziyade emek verdiği eseri, kabul edilmelidir ki o zamanki adıyla 1924 tarihli Teşkilâtı Esasiye (Anayasa) kanunudur. Bu anayasanın 1960 tarihinde 27 Mayıs darbesini yapanlar tarafından niçin beğenilmediği pek az tartışılmış bir konudur; adı üstünde bu anayasa "Atatürk'ün anayasası"dır.

Elimde tarihi nitelikte bir vesika var; 1929 Temmuz'unun tarihini taşıyor; kırmızı ciltli orta boyda, ince bir risâle. Cilt kapağının üstünde sola bakan bir ayyıldız görünüyor, hemen altında "Teşkilatı Esasiye Kanunu" yazıyor. Kaliteli astar sayfalarından sonraki iç kapakta şöyle bir yazı var: ....... Millet mektebinden çıkan ..........'a tarafımdan hediye edilmiştir. Ankara, Temmuz, 1929" ve altında şöyle yazıyor, "Reisicümhur Gazi M. Kemal"; isim, lastik mühür şeklinde Atatürk'ün o çok bilinen imzası şeklinde her kitabın kapağına basılmış.

Atatürk'ün anayasası bu işte; onun en büyük fikri ve politik hâtırası...

Şöyle bir düşünelim; bugün ülkemizde Atatürk'ün vaktiyle bizzat kahve içtiği fincan bile büyük itina ile muhafaza ediliyor, "Atatürk'ün anayasası"na niçin bir kahve fincanına veya bir rugan pabuca gösterilen saygı esirgenmiştir dersiniz? Dahası da var; 1961 Anayasasını hazırlayanlar, Atatürk zamanında kurulmuş üniversitelerin Anayasa Hukuku profesörleri idiler ve içlerinden biri dahi bu esnada, "Atatürk'ün en büyük fikrî ve mânevî hâtırasına saygısızlık ediyoruz, yapmayalım" şeklinde bir itiraz kaydı koymak ihtiyacı duymamıştı. Fakat ne gariptir ki darbeyi yapanlar, darbenin meşruiyetini savunurken Atatürk ilkelerinden ilham aldıklarını savunmaktan çekinmemişlerdi.

Niçin Atatürk'ün sağlığında bir anayasa mahkemesi kurma fikri akla gelmemişti; Atatürk'ün kendi elleriyle kurup yıllarca başkanlığını yürüttüğü Büyük Millet Meclisi'nde niçin bir Senato yoktu; üniversite ve TRT'ye özerklik vermek Atatürk Türkiyesi'nde niçin hiç hatırlanmamıştı? Niçin? Cevabını ben biliyorum; Atatürk üzerinden mevkilerini korumak için didinip duranlar da biliyor mu acaba?

"O devir başkaydı" demek yok!

Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın dış politika konusunda anlaşılır, uygulanabilir ve takip edilmesi gereken sert prensipleri ve hassasiyetleri vardı. Türkiye'nin dış politikasında bugün Atatürk'ün hassasiyetlerine yeterince saygı gösterildiğinden söz edebilir miyiz? "O devir başkaydı" cevabını geçerli saymamakta mâzurum.

Mustafa Kemal Paşa, siyasi hayatı boyunca iki meseleyi daima siyasi kararlarının ekseninde tutmuştu: Milli irâdenin üstünlüğü ve tam bağımsızlık! 1961 Anayasası tarihe karışıp gitti ama anayasa hukukçularının da ittifak ettiği bir gerçeği burada tekrarlayabiliriz; bu anayasa milli irâdeyi üstün kılmaktan çok, denetim altında tutmayı temel endişe haline getirmiş bir belgeydi; 12 Eylül ertesinde yapılan 1982 Anayasası da, senatonun lağvedilmiş olmasına rağmen aynı endişeleri paylaşan bir metindir.

Bu durumda 1982 Anayasası'nın Atatürkçü niteliği zedelenmiş olur mu?

Tartışılır!

İstiklal giderse bağımsızlık kalır mı?

Bugüne gelelim; ABD, güney komşumuz Irak'la savaşmaya kararlı. Yediden yetmişe herkes biliyor ve kabul ediyor ki bu savaş bizim savaşımız değil ama katılacağız. Katılmak zorundayız; katılmakla kalmayıp, hükümet yetkililerine göre 10 bini aşmaması gereken ama ABD yetkililerine göre 100 bine ulaşması muhtemel sayıda Amerikan askerinin en az beş yıl süreyle topraklarımızda barınmasına müsaade edeceğiz. Üç büyük güney limanımızı, bölgedeki en önemli sivil havaalanlarımızı da bu savaş için ABD birliklerine tahsis ettiğimizi hatırlatmaya gerek var mı?

Hatırlayalım, ünlü "Gençliğe Hitâbe"sinin ilk cümlesine nasıl başlıyordu Atatürk, "Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebed muhafaza ve müdafaa etmektir."

İstiklâl? İstiklâl bağımsızlık demektir efendim; eski bir kelime, Arapça menşeli olduğu için kaldırıp attık, yerine "bağımsızlık"ı koyduk; sanki "istiklâl"den başka bir şeymiş gibi duruyor, iyi oluyor, idare edip gidiyoruz işte.

Hafazanallah, hafazanallah!

Korkarım ve endişe ederim ki günün birinde —hafazanallah— Türkiye, Avrupa Birliği'nin veya ABD'nin bayrağında ekstra bir yıldız olarak yerini aldığı zaman bile yine içimizden bazıları yerlerini, çıkarlarını ve pozisyonlarını kaybetmemek için yine Atatürkçülük edebiyatının arkasına sığınıp duracaklardır.

Vaktiyle nasıl "vatan, millet, sakarya" kavramlarının cılkını çıkararak gençlerde vatanperverlik duygularının gerçek karşılığını tahrip ettiysek, canı her acıdığında söze "Atatürk ilkeleri" ile başlamayı alışkanlık haline getirenlerin yarattığı anlam sisi yüzünden bağımsızlığımız ve milli iradenin üstünlüğü prensibi de karşılıksız birer kelimeden ibaret kalabilir.

Kayda geçirilsin!


Kaynak (Arşiv)