Solcular, artık büyüseniz iyi olacak!
Bugünlerde yeni bir Aczmendi eylemi, yeni bir Müslüm-Fadime figürü, bir Hizbullah fecaati çok iş yapar. Meselâ birileri Almanya'da Hollanda'da bir apartman dairesi kiralayıp kapısına "Anadolu İslâm Hilafeti Devleti" yazsa çok makbule geçer. Şimdilik böyle majör haberler patlatılamadığı için, "müflis tüccar veresiye defterini karıştırır" meselince eski haberleri ısıtıp milletin yüreğini ağzına getiriyorlar.
Yok kadının biri kendini peygamber ilan etmiş, yok müridlerine leblebi fıstık yedirip muhabbet tılsımı yapıyormuş; akla, dine, mantığa ziyan bir kampanya daha; meğer işin mâhiyeti başkaymış: Kütahya'daki üniversitede rektör seçimi yaklaşınca, hayli zaman önce vuku bulan bir hadisenin solungaçlarını kırmızıya boyayıp yatırmışlar tezgâha.
Haberi baştan sona dikkatle okudum; bir kısım saf gönüllü (!) vatandaşın önce aldanıp, sonra ne hikmetse intibaha gelerek, "bizi kandırdı" şikayetinden gayrı suç unsuru göremedim; siyasi boyut taşımaktan ziyade ruhiyatçıların incelemesi gereken garip bir vaka. Nitekim bu haberin "irticai" boyutu ilgi çekmeyince meseledeki aşk ilişkileri üzerinde durulmaya başlandı. Hâsılı sahte kadın peygamber haberi pek patladı sayılmaz ama benzerlerinin derin soğutucuda veya mercimek fırınında demletilmekte olduğunu tahmin etmek için keskin ferâset gerekmiyor.
Bu esnada irkilmemiz ve ürpermemiz gereken husus şudur: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde postu, devletçi bürokratların haricinde bir isme kaptırmamayı bir ölüm-dirim meselesi haline getirenler açısından "harpte hile mubahtır" düsturu, kınından çekilmiş bulunuyor. Görünürde erken seçimi izah edecek mâkul ve zorlayıcı bir sebep olmamasına rağmen pireyi deve, habbeyi kubbe yaparak tansiyonu germekten çekinmeyecekleri anlaşıldı. İktidar mücadelesinde centilmenliğin esâmisi okunmayacak; bu açık! Vaktiyle rahmetli Ecevit de tribündekileri saha içine davet ederek siyasi mücadelenin aslında kuralsız bir dövüş tekniği olduğunu göstermişti.
Oysaki demokrasi, önceden konulmuş centilmenlik kaidelerine itaat kültürüdür; ne pahasına olursa olsun iktidarı kaybetmemek, demokratik terbiyenin icabı değil. Bu noktada basına büyük sorumluluk düştüğü âşikâr. Batı Avrupa'nın son üç asrında basın, demokrasi kültürünü korumak ve desteklemekten yana sarsılmaz bir tavır takındı; bizim basınımız krizden tiraj çıkarmak gibi bir anlayışı takib ediyor. Üç-beş gazete sahici tavır takınsalar, Türk siyasetinde taşlar yerine oturur, iktidar ve muhalefet "mış gibi yaparak" bedavadan siyasi rant sağlama kolaycılığına tevessül etmezler. Tam aksini yapıyor, atla arpayı dövüştürerek sahteciliğin tabii bir şey gibi görünmesine hizmet ediyorlar.
Misâl ister misiniz; 68'liler, "Kenan Paşa ve 12 Eylül darbecileri yargılansın" diyorlarmış; uzaktan bakınca mâkul ve demokrat bir talep gibi görünüyor ama "bazı darbeler iyi, bazıları kötüdür" yaklaşımını temsil ettiği için hiç de sempatik değil. "Bütün darbeler kötüdür ve sorumluları, zamanaşımı söz konusu edilmeksizin yargılanmalıdır" denilse daha âdil olurdu. Siz bu ülkede basınımızın "27 Mayısçılar yargılansın; siyasette darbeler dönemini açarak sonraki kuşaklara kötü örnek oldular" fikrini dillendirdiğini gördünüz mü hiç?
Türk solu bunun için çocukluk çağından bir türlü kurtulamıyor ve sahicilikten uzaktır. Altmış yaşında hâlâ biberonla beslenen, tahta atla oyalanan bir solumuz var bizim. Asıl mesele şu, Türkiye'de demokratik kültürü tartışılmaz hale getirmek için sağın gayreti yetmez, solun desteği şarttır; çünkü onların, -nereden edindikleri meşkûk-, "meşrulaştırıcı" bir fonksiyonları var.
Onun için, XIX. yüzyıl modeli despotik ve ideolojik aydınlanmacılığı desteklemek yerine şu arabaya (yani düpedüz burjuva demokrasisine) bir el atsanız iyi olacak solcu dostlarımız; hem siz, hem memleket için çok iyi olacak!