Sol yanılgı
12 Eylül’le hesaplaşmak denilince, o dönemi yaşamış olanlar genellikle, askerî müdahaleyi yapan çevrelerin uygulamalarını eleştirmek anlamını çıkarıyorlar; bu elbette yapılmalı ve yapılıyor; eksik kalan, 12 Eylül öncesinde yaşananlarla yüzleşmektir.
Sağ-sol ayrımının bizlere nasıl bir kötülük yaptığını, yaşı otuz civarında olanların anlaması zor. Müşkülat önce kavramların kendisinde başlıyor; sosyal bilim karşılığı ile o gün benimsenen tutumların sağla, solla alâkası yoktu. Soldan başlayalım. Hakşinaslık, yüksek vicdan duygusu, sosyal adaletçilik ve eşitlik gibi basit ve mâsum karşılıklarıyla sol, Türkiye’de pek az iyimserin benimsediği ve tutunduğu bir fikir öbeğiydi; silahlı, silahçı ve şiddete tapınan “Devrimci” takımı, bu mâsum muhtevâyı, yaşamak ve yaygınlaşmak şansı bırakmadan boğazladılar. Böylece “Sol”, ihtilâlci, anarşist ve devrimci şiddet kullanmayı alkışlayan aşırılıktan mâsum sosyal adaletçiliğe kadar uzanan geniş yelpazeye tek başına hükümrân oldu. Sol, sadece bazı öğrenci örgütlerinde, üniversitelerde, kurtarılmış bölgelerde ve bazı kamu kuruluşlarında değil, basın-yayın dünyasında, yargının önemli bir kesiminde, entelektüel câmiada, sanat çevrelerinde biricik yol olarak, cesametinden büyük bir zâhiri ağırlık kazanmıştı. “Solcu olmak, adam olmaktır” sözü, o günlerden kalmadır ve zihinler üzerinde ne kadar insafsız bir fikrî baskı uygulandığını hatırlatır.
Bu “sol” anlayış 12 Eylül’de yenilgiye uğradı, sıkıyönetim güçleri tarafından kısa zamanda dağıtıldı, etkisiz hâle geldi ve o şaşaalı tezler birden boşa çıkıverdi. Bu beklemedikleri bir sonuçtu; bir düdük sesiyle sol aşırılığın kolayca tasfiye edilmesi hezimet tesiri yaptı. Mağlubiyet kesindi, toplum sınıf çatışmasını değil, huzuru ve istikrar içinde yaşamayı seçmişti ve her cins aşırılıktan nefret ediyordu. Ordu müdahalesini bile etkisiz bırakabileceğini zanneden sol eylemcilik, birkaç gün içinde bütün aparatçıklarıyla derdest edilince hayal kırıklığı müthiş oldu. Demirperde’nin yıkılışından on sene önce Türkiye’de sol hareketin ivmesini tüketen gelişme, bu hayal kırıklığıdır.
İçlerinde pek azı bu mânâda 12 Eylül’le hesaplaşmaya cesaret bulabildiler; çünkü eylemci takımı etkisiz hâle gelmekle beraber solun kurduğu kanaat imparatorluğu hâlâ egemendi. Pek çok kamu kurumu ve özel kurumda eski ve orta yaşlı tüfekler hâlâ pınarbaşı yerlerinde bulunuyorlar ve insanların nasıl düşünüp davranacaklarını belirliyorlardı. Kimsenin dönek veya revizyonist damgası yemeye niyeti yoktu. Bu çerçevede gerçek özeleştiriler, az da olsa 12 Eylül’ün üzerinden ancak çeyrek yüzyıl geçtikten sonra yayımlanabildi.
“Biz yanlış yapmıştık, yanlış düşünmüş, kötü eylemlerde bulunmuştuk” diyebilmek kolay değil tabii; geçmişin o uğursuz hâtırasından silkinmek için devrimci sol gruplar, geçmişle yüzleşmek yerine karanlığa kurşun sıkmayı, 12 Eylül’ü lânetlemeyi seçiyorlar.
12 Eylül’ü bilmeyen yeni genç kuşak arasında aynı tarzda başka bir militan ve şiddete tapınan bir gençlik nüvesi oluşturulmaya çalışılıyor, bunu görüyor ve fark ediyoruz. Beğenmedikleri hükümetin yerine kendileri hükümet olmak isteyenlerin, solculuk heyecanıyla doldurulmuş tecrübesiz çocukları suiistimal etmeye çalıştıklarını üzülerek seyrediyoruz. 12 Eylül dönemindeki ağabeyleri, işçi-köylü ihtilâlini zorla doğurtmak için politik ebelik yapmaya kalkışarak devrimci şiddeti kutsamışlardı; bugünküler ise, Ergenekoncu yapılar içinde nereye savrulduklarını bilmeden halkın yarıdan çoğunu imha etmeye gözünü karartmış darbeci takımına destek eylemleri yapıyorlar. Dönemin meşhur militanlarını büyük kahramanlar gibi gösterme gayreti, galiba tabansız kalmak korkusundan kaynaklanıyor. “Denizler, Ulaşlar” edebiyatı, belirli çevrelerde o kadar kutsanıyor ki, tanımayanlar bu eylemcileri birer aziz, birer halk kahramanı zannedebilirler; elbette ki değillerdi ve sol kesimin başına yağan genel yanılgıda onlar da kendi paylarınca ıslanmaktan kurtulamamışlardı. 12 Eylül öncesinin sol eylemcileri, kendilerince doğru olandan başka bir hayat tarzına imkân tanımamak için toplumu bölmeyi, “kötü”leri imha etmeyi, en zalim dikta yasaları uygulamayı göze almış, dar görüşlü ütopyacılardı. Dün güvenlik güçlerine suikast düzenleyen, kamu kuruluşlarına sabotaj yapan, banka soyan, jandarma ve polis vuran sol eylemciliğin bugün darbeci generalleri destekleme çizgisine düşmüş olmasının özeleştirisini bekliyoruz; bu kadarını olsun Türk toplumuna borçlular.
Not: 12 Eylül özeleştirisinin sağ cenahını gelecek hafta ele alacağım nasipse.