Sofra mizahı
Ramazan'ın eli kulağında. Çoğumuzda tatlı bir heyecanla karışık, içten içe hafif bir endişe: "Havalar sıcak, günler uzun; acaba dayanabilecek miyiz?" şeklinde pimpiriklenmeler...
Dayanacağız inşallah, lâkin işin endişe faslını görmezden gelmeyelim; o kadarcık meşakkati olmasa, iftar saatlerine yaklaştığımız dakikalarda ruhumuzu incelten oruçluluk sevincinin lezzeti olur muydu?
İftar dedim de bakın aklıma ne geldi?
Tamam, hocalar, muallimler, imam efendiler bugünlerde dört koldan taarruza geçerek tembih üstüne tembih yağdırmaktalar: "İftar olunca güzel yiyecekleri görüp bağından boşanmışlar gibi saldırmayın efendiler. Sofradan doymadan kalkmaya bakın. Hafif şeylerden az miktarda yiyin. Fazla yemekten ötürü fesada uğramak orucun ruhuna aykırıdır!"
Doğru, aslında söylemeseler de bunları biliyoruz; biliyoruz fakat... dayanamıyoruz işte; hafif tertip ölçüyü kaçırıyoruz; bazılarımız hafif tertibi geçip enikonu endazeyi kaybediyor, kantarın topuzu kırıp kendini kaybetmiş halde soda şişelerine, karbonatlı ilâçlara savlet ediyor.
İşte bu hafta, yemek yerken kantarın topuzunu kıran "bir kısım" arkadaşlarla dalgamızı geçeceğiz; belki zaman zaman bizim de alay ettiğimiz zevâtın hallerine büründüğümüz olacak. Allah affetsin.
Dersimizin adı "Sofra Mizahı". Yazarı Şener Şahin; kitabın tam adı, "Klasik Arap Edebiyatında Sofra Mizahı, Tipler ve Temalar" Altbaşlık, "Oburlar, Tufeylîler, Cimriler, Bedevîler, Sarhoşlar" Geçen sene Bursa'da yayınlanan (Emin Yayınları) kitap tam bir Ramazaniyelik efendiler. Hemen ciddi bir edâ takınıp, "Mübârek ayda, onbir ayın sultanında dinî ve ahlâkî mev'ızeler talim etmek yerine elâlemin serhoşu, oburu, otlakçısı hakkında ilmî tetkikatta mı bulunacağız" diye yüzünüzü buruşturmayınız lütfen. Okumak, sözün gelişi yürümek gibidir; arada dinlenir, tempo değiştirirsiniz ya, saded harici eğlendirici şeyler okumayı da böyle kabul etmeli.
Kitabı, ara-sıra hafif şeyler okumak ihtiyacı duyan herkese tavsiye ediyorum; ayrıca önemle hatırlatmak isterim ki oburlar, cimriler, kaba-saba adamlar hakkında kitap okumak, mefhumun muhalifinden hareketle böyle ayıplanacak şeylerden uzak durmak tembihini de ihtiva eder.
Oburlardan başlayalım mı?...
*
Bir mecliste bir grup obur, yemeklerle ilgili hayaller kurup şu da olsa, bu da olsa da yesek diye sohbet ediyorlardı. İçlerinden birisi sohbete katılmıyor susuyordu. "Sen neyi arzuluyorsun, canın bir şey çekmiyor mu?" diye sorduklarında şöyle cevap verdi:
- Söylediklerinizin gerçekleşmesi için dua ediyordum!
*
Bir kadın, eğer dileği olursa devrin ünlü oburu Meysera et-Terrâs'ı doyuracağına dair adakta bulunmuştu. Muradı gerçekleşince Meysera'ya gelerek, "Ne olur biraz ölçülü ye" diye yalvardı ama Meysera kadına acımadı ve tam 70 kişinin doyacağı kadar yemek yedi.
*
Ünlü hadis âlimi el-A'meş evinde bir bedeviyi misafir etmiş ve ikram niyetine ortaya taze hurma getirerek en iyilerini seçip misafirinin önüne koymaya başlamıştı. Bedevî durumu görünce ev sahibine acıdı ve dedi ki:
-Benim için boşuna zahmet çekmeyiniz efendim; zira zaten tek hurma kalmaksızın hepsini yiyip bitireceğim!
*
Cemmâz adlı nüktedan bir şahıs, pintiliği ile mâruf birinin evinde yemek yiyordu. Hizmetçi tabağına çorba koyarken dikkatsizlik eseriyle Cemmâz'ın elbisesine biraz çorba döktü. Ev sahibi hemen uşağına, "Koş, hemen bir tas su getir de yıkayıversin, yağın lekesi kalmasın" diyerek azarladı. Çorbayı lezzetsiz bulan, bunu söylemek için münasip bir vesile arayan Cemmâz hemen lâfı gediğine koydu:
-Lüzum yok efendim, çorbanız elbiseme zarar veremez, zira içinde yağ namına bir zerre bile yok!
*
Muaviye, sofrasında görgüsüz hareketlerle yemek yiyen bedeviye dayanamadı, "Eline hakim ol biraz" diye ikaz etti. Bedevî, yemeye devam ederek şöyle cevap verdi: "Asıl sen gözüne hakim ol!"
*
Az önce bahsi geçen el-A'meş'i bir grup dostu ziyarete gelmişti. A'meş misafirlerinin önüne ekmek ve tütsülenmiş kuru et koyarak, "Buyurunuz, yiyiniz" dedi. Misafirler de önlerine konulanı alelacele bitirip bir başka yemeğin gelmesi için manidâr bir edâ ile beklemeye başladılar. Durumu fark eden A'meş kalkıp mutfağa gitti bir süre sonra elinde bir kucak samanla döndü ve samanı sofraya koydu. Ev sahibinin ne yaptığını anlayamayan misafirlerine şöyle hitab etti:
-İnsanların yemeğini az önce önünüze koydum ama dilerseniz sırada hayvanların yiyeceği var; buyurun onu da yiyin!
*
Oburun biri sabahın çok erken saatlerinde kahvaltı yapmak itiyadında idi. Hane ahalisi ona, "Herkes gibi güneş doğuncaya kadar bekleyip sabretsen olmaz mı?" dediler. Obur şöyle cevap verdi:
-Alt tarafı bir kahvaltı için Horasan'ın ta öbür ucundan çıkıp gelecek olan güneşi beklemeye ne hâcet var ki?
*
Adamın biri karnını doyuran bir bedeviye selam verdi. Bedevi, ağzı dolu olduğu için vaktinde cevap veremedi, alelacele lokmasını yuttuktan sonra, "İnşallah selamını hep ağzı boş kimseler alsın" diye cevap verip yemeğine devam etti.
*
Sofrada yemek yiyen arkadaşına selam veren adam, "Buyrun" teklifini duyunca hemen sofraya oturup atıştırmaya başlamıştı. Arkadaşı, "Biraz yavaş ol bakalım; anlaşılan sofra âdâbından haberin yok" diye çıkıştı. Bunun üzerine misafir, "Nedir o âdâb?" diye sordu. Ev sahibi anlatmaya başladı:
-Ben sana buyrun dediğim zaman sen 'Afiyet olsun' demelisin ki böylece söz karşılıksız kalmasın.
Bu söz üzerine canı sıkılan misafir, "Ben seni selam verip almaktan muaf tutuyorum" dedi, ev sahibi ise buna cevaben, "Ben de kendimi 'buyrun' diyerek seni sofraya davet etmekten muaf tutuyorum" dedi.
*
Nasib olursa önümüzdeki günlerde bu tatlı kitaptan hoş nüktelere devam ederiz. Bize Arap edebiyatının pek bilmediğimiz bir vechesini tanıtan yazar Şener Şahin'i tebrik ediyor, bazı anekdotları naklederken ifâdeye müdahale ettiğim için kendisinden özür diliyorum. Hepinizin Ramazan'ı mübarek olsun.