Skandal temamen epistemik mahiyette azizim!

Her devletin bir mantığı var; ilk bakışta manasız gibi görünebilecek bu cümleyi biraz açalım. Devletler, yönettikleri insan topluluklarının siyasi iradelerini birebir yansıtmak gibi sahici bir mantık yürütmüyorlar; görünüşte her şey yönetilenlerin iradesi gibi gösterilmek kaydıyla, kritik bir yere gelindiğinde 'devlet mantığı' işlemeye başlıyor ve bu noktada devlet, 'kendi için devlet' insiyakine yaslanarak yönettiği kitleden ayrılıyor.

Yönetenlerin ve yönetilenlerin 'miş gibi' yapmaya devam ettiği sürece bu mantık fark edilmiyor ama sahicilik talebi halinde o nüfuz edilemez kunt mantık açığa çıkıyor.

Ermeni Konferansı'nı yasaklayan mahkeme kararı, sair zamanda derinden seyreden devlet mantığının, âcil hallerde kendini görünür kılmasına benzeyen bir durumdu. Davanın kısa zamanda karara bağlanması kadar kararın niteliği de evvela şaşkınlığa, ardından tebessümlere sebep oldu. Neticede vakıf üniversitelerinin araya girmesiyle konferans tatlıya bağlandıysa da, aradan bunca zaman geçmesine rağmen üniversite cenahından, 'yargı bilime nasıl karışabilirmiş bakayım!' edâsıyla yükselen bir protesto nidası duyulmadı. Biraz acele bulabilirsiniz ama bu mânidar sessizlikten yola çıkarak üniversitelerin de yıllardır dillendirip durdukları özerklik talebiyle 'bilime değil kendine özerklik' davası peşinde olduklarını söyleyebiliriz.

Son derece açıktır ki devlet mantığı, bilimle neredeyse her safhada çatışır; devletin nassları vardır, devlet taraftır, devlet varsayımlarını hakikat kabul ederek eylem yürütür. Cumhuriyet kurucularının Pozitivizm'e gösterdikleri saygılı duruş, adı üstünde 'göstermelik'tir (Bkz; Üniversite reformu). Diğer taraftan devletin kontrolünde yürütülen bilim faaliyetlerinin, bu işle fiilen uğraşan bilim adamlarında 'fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür' bir epistemik şahsiyet inşa edip etmediği konusunda ise -en hafif ifadeyle- sabahlara kadar tartışmak mümkündür.

Konferans'ın adındaki 'Ermeni' kelimesi sebebiyle skandalın siyasi nitelik taşıdığını zannedenlere yanıldıklarını hatırlatmak isteriz; skandal -moda tabirle- bilim etiğiyle ilgilidir ve bilim dünyamızın perukası bir anlığına olsun düşürerek altındakini göstermiştir.

Meselenin bir de, 'bilim dediğin pozitif olur' mantığıyla üretilmiş tarafı var; ona da işaret edelim. Devlet, bilim deyince fizik, kimya, tıp, matematik, hassaten başlıbaşına bir ilim dalı teşkil etmese de teknoloji ve emsali bilim dallarını hatırlar; eğitim, tarih, sosyoloji, iktisat, antropoloji vesaire gibi sair ilimleri ilk elde aklına getirmez (Bkz: Tübitak, yani Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nca yürütülen bilim faaliyetlerinin niteliği). Bu bir nevi 'denizden babam da çıksa yerim' mantığıdır; 'müsbet ilim' kavramına duyduğumuz efsanevi saygının devlet aklına yansımasıdır. Teknolojinin, tıbbın, fiziğin verileri veridir de sosyal ilimlerin verileri eski tâbirle 'türrehât'tan (dedi ki demiş ki..) ibarettir.

İşte konuştular ve zaten bilinen tezleri tekrar ettiler; bir nevi hülle ile gün kurtarıldı. Konuşan sosyal bilimciler, bir devlet üniversitesi çatısı altında değil de vakıf üniversitesi salonunda tezlerini dile getirerek devleti resmen bağlamayan şeyler söylediler; diğer taraftan da dışarıya karşı 'Türkiye'de her şey konuşulabilir, bakınız şekil Ağ görüntüsü verildi. Mantık bu.

Meselenin yargıyı ilgilendiren kısmına da değinmek gerek ama ilgili mahkemenin kararını tam metin halinde görmek lazım. Karar metninden haberdar hukukçuların yorum ve görüşlerini bilvesile öğrenmek isteriz; Kaya ile Hülya'nın talâkına 'trink' diye hükmeden mahkeme kararını eleştiren hukukçularımızın bu konuda da bir diyecekleri olmalı. Malûm, Türkiye anayasal planda hukuk devletidir.


Kaynak (Arşiv)