Siyasette "Arkadaş" meselesi
Dedem, "yahşi yiğit yâreninden belli olur oğlum" derdi; mâlumdur, akrabalarınızı seçemezsiniz; ama arkadaşlarınız sizin tercihinizdir.
Arkadaş, yani sırtınızı dönüp yaslanırken dağlar gibi güvenebileceğiniz adam; sırdaş, karagün dostu, emanet ehli, eski tâbirle yâr-i vefâdar; doğruları taşıyan ve söyleyen adam.
Deniz Baykal'ı yakından tanımam, hayatının hususi ayrıntılarını bilmem; şimdiye kadar merak da etmedim; ama seçimlerin tamamlanmasından sonra ortadan kaybolup iki gün sonra onu ekran karşısında kendini savunurken seyredince kendi kendime, "galiba bu adamın hiç arkadaşı yok" diye düşündüm. Bu düşüncemi sizlerle paylaşmanın centilmenliğe yaraşmadığının farkındayım: Şüphesiz Sayın Baykal'ın arkadaşları, dostları vardır ve onlar hakkında uluorta fikir yürütmenin doğru olmadığı da meydandadır; dolayısıyla şu soyut değerlendirmenin onların şahsında somutlaşması evvela beni rahatsız eder.
En iyisi örneği genişletmek: lider takımı yükseldikçe etrafı değişse, birincil ilişkiler (dostluk, arkadaşlık, vb.) geriye düşerken şekilci, teknik ve politik temaslar öne çıksa gerektir. Siyasetin mantığı da bu gibi beraberlikleri sürdürmeye müsait değil; iyi arkadaştan iyi bir siyasi refik olur mu? Politik bağlar arkadaşlığı, "eski hukuku" kaldırmıyor; hele politik başarının telkin ettiği özgüven duygusu, buna hiç müsaade etmez. Neticede parti yöneticisi, danışman, mahreminize girmeye izin verdiğiniz gazeteci, akademisyen takımından ibaret bir beşerî "aura" ile yetiniyorsunuz, çünkü o beşeri iklim politik açıdan sterildir; ilişkilerin artık böyle olması gerekmektedir! İyi ve gerçek dostlar, bu ortamda barınamaz, vaziyeti hissettikleri anda usulca geriye çekilir, kendi dünyalarına dönerler; zira onlar için dostluk "mütekabil" bir şeydir ve onu "bezletme"nin de bu hukukta bir sınırı vardır; çünkü eski muarefeyi korumakta ısrar, lider tarafından yanlış anlaşılabilecektir.
Belki de meselenin bizim göremediğimiz tarafı, "gerçek arkadaş" kavramının siyaset düzlemine yaraşmadığı, aykırı durduğudur. Biz arkadaşın gerekliliğini düşünürken hepimizin yaşamakta olduğu sıradan hayatı esas tutuyoruz; bu mânâda sıradanlık, meseleye bizim baktığımız yeri gösteriyor; halbuki anlam denilen şeyin, bakış yerine ve olguya bakış açısına göre değişebileceğini hesaba katmalıyız.
Sıradan hayatta gerçek dostların teşkil ettiği çevre, gerçek ve ayakları yere değen bir dünyadır; politik yakınlıkların çok önemli olduğu hiyerarşik yapılar başka bir dünyayı temsil eder; o dünyanın en yüksek değeri "başarı"dır; ne olursa olsun başarı. Geriye kalan bütün değerler, başarı kıstasına göre hizaya geçerler ve arkadaşlar o sıralamada çook gerilere düşerler.
"Hiç arkadaşı yok galiba" derken kasdettiğim buydu; şahsi bir eleştiri gibi anlaşılırsa üzülürüm. Aynı durum öteki liderler için de geçerli: "Yahşi yiğit yâreninden belli olur" ölçüsünü, sırayla tanıdığınız siyasi çehrelere uyguladığınızda ne kasdettiğimi anlayacaksınız. "İnsan bunu göremez mi, hesab edemez mi; böyle ölçüsüz konuşulur mu, bu yanlışlığı ona ikaz edecek kimse yok muydu çevresinde" diye düşünüp durmamın sebebi bu. İsmini vermeyeceğim bir parti liderinin, seçimden önce söylediği, "Meclis'e üçüncü parti olarak gireceğiz, hem de ahlaksız anket şirketlerine rağmen gireceğiz" sözü kulağımda çınlıyor: Aldığı oy yüzde yarım ve bu netice, seçimden daha altı ay önce bile bilumum kıraathane lâfçıları tarafından milimine kadar bilinen bir bedâhatti. Bedâheti evirip çevirip "belâhet"e tahvil etmemesi için ona bir arkadaşı, "Yapma yahu, ilim sahibisin, sonra mahcub olursun" diye ikaz etmemiş midir?
Etmemiş meğerse; geçenlerde yine onu konuşurken gördüm: "Halkımız bizi bekleme odasına aldı; bu büyük bir onurdur, çünkü daha önce sokaktaydık" diyordu
Arkadaşı olsa ikaz ederdi; onu anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum ve iyi arkadaşlarla tahkim edilmiş, ayakları yere değen bir dünyada yaşamanın, siyasi irtifalarda kanatsız pervâz etmekten daha kıymetli bir şey olduğunu söylüyorum. Böyle yerlerde arkadaş ontolojik bir kutup yıldızı, bir pusula hükmüne geçiyor; eşyanın gerçek boyutlarını hatırlatan bir uyarıcı.
Siyasi kültür ve kalitemizin bir de "gerçek dostlar" faslı var demek ki; pek üzerinde durmadığımız. Siyaset adamları, sanat ve müzik dünyasının meşhurlarının yüreğini sızlatması gereken bir durumdur bu. Zira "arkadaş", ünlüler için, onlara sosyal temas imkânı sağlayan bir aracı, beşeri bir ihtiyacın tatmininden daha fazla mânâ ifade etmelidir.
Sözü 16. yüzyıl şairlerinden Necâtî'nin, Şehzade Mustafa'nın katli üzerine yazdığı mersiyeden bir beyitle tamamlayalım; bakınız, siyaset adamlarıyla onların arkadaşları arasında münasebeti nasıl bir düzleme dayandırarak izah etmiş:
"Yanunca bunca kulundan bir Âdemin bile yok;
Begüm bu nice seferdir kim, ihtiyâr ettin?"
AKLINIZDA BULUNSUN: BİR ZAMANLAR ANADOLU RUMLARININ GÜNDELİK HAYATINA İÇERDEN BAKIŞ: SİNASOS ALBÜMÜ
Yakın tarihi sadece sadece okul kitaplarından öğrenmiş olanlar, Mübadele diye bir kelimeyle karşılaşmış olsalar bile ayrıntılarını bilmezler. Lozan Anlaşması gereğince İstanbul dışında kalan Anadolulu Rum nüfusu ise o tarihe kadar Yunanistan topraklarında yaşayan Müslüman nüfus (Batı Trakya Türkleri hariç) karşılıklı olarak değiştirilmişlerdi. Binlerce insanın masa başında alınmış siyasi kararlara göre yerinden-yurdundan, toprağından ve ülkesinden koparılarak başka bir yerde yaşamaya mecbur edilmeleri dramatik bir vakadır.
Keşke Mübadele'ye yol açan o fecî olaylar hiç olmasaydı!
Mübadele ile Yunanistan'a göç etmeye mecbur edilen Orta Anadolu'nun Kapadokya bölgesindeki Sinasos beldesi ahalisi (şimdiki adı Mustafapaşa) her şeyi geride bırakıp yola çıkmadan önce bir fotoğrafçı tutarak yaşadıkları yeri ve civarını fotoğraflarla belgelemişler. 1924 yılında Yunanistan'da "Doğunun İncisi Sinasos" adıyla yayınlanan bu albüm, 2004 yılında Atina'da yeniden basılmış; geçenlerde ise albümün Türkçe baskısı Evangelia Balta'nın editörlüğünde, "Sinasos-Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası" adıyla Birzamanlar yayıncılık tarafından yapıldı.
Bu güzel albümde ilk farkettiğim şey, Anadolu'da örnekleri hâlâ yaşayan sivil mimarlık eserlerine, Anadolulu yerli Rumların katkısı oldu. Şaşırdığımı itiraf etmeliyim; ikinci nokta ise Rumların, Müslüman nüfusa oranla daha mütemeddin bir hayat tarzı sürdürmeleriydi. Rumların Müslümanlara göre daha çok teknoloji kullanan, mesleki bakımdan daha uzmanlaşmış, iyi örgütlenmiş ve eğitime önem vermiş bir topluluk olduğunu görmek, hele hele fotoğraflara akseden gündelik hayat tarzlarıyla bizimkine çok benzer bir Anadolu ahengini yaşadıklarını anlamak beni şaşırttı.
Bu albümü anlayışla ama teemmülle incelemenizi tavsiye ederim; düne dair ne kadar az şey bildiğimizi farkedince siz de şaşıracak ve düşüneceksiniz.