Siyaset takımının teknik analizi yapılacak olursa...
Sayın Başbakan kendisine hasta muamelesi yapılmasını istemiyor; halbuki hastalığını kabullense mesele kalmayacak. Hukuk, hastalık halini dikkate alır ama siyasi hukuk asla. Evvela "ufukta erken seçim göründü" dedikten bir saat sonra "sözlerim yanlış anlaşıldı" tashihinin mânâsı yoktur; televizyonda kulağımızla duyduk, kelime be kelime "ufukta erken seçim görünüyor" dedi, hattâ ardından, "köylere gidin, vatandaşla yakınlaşın" demeyi de ihmâl etmedi. Net ifadeler bunlar; üstelik borsacıların hepsi de okumuş çocuklar, lâfı doğru anladılar, muradını doğru ifade edemeyen sayın Başbakan'dı. "Hastayım, sözlerimi iyi anlatamamış olabilirim" diyebilse gökte uçan kuşlar bile ona anlayışla yaklaşır ve sempati desteğini eksik etmez. "Sözlerim yanlış anlaşıldı" bir başka terâne; "ben ne dediğimi biliyorum, siz yanlış anlıyorsunuz" terânesi.
İşte siyaset takımımızın kaptanı böyle. Takımın kalesini koruyan Maliye yönetiminin performansı nasıl peki? Üzülerek belirtelim ki siyaset takımımız kalecisiz oynuyor. Kamu borçları, milli gelirin tamamını aşıyorsa, IMF'nin enjekte ettiği 30 küsur milyar dolar, o esrarengiz bankacılık sektörünün girdaplarında buharlaşıp gidiyorsa "kale"de hâlâ birilerinin olduğunu ileri sürmek iyimserliğin enayilik sınıfına girer çünkü.
Gelelim defansa, hükümet ortağı partilerden birinin ekonomiden anlayan bakanlarından birisi diyor ki, "erken seçim, mali yönetimi etkilemez diyenler ibret alsınlar; lâfı bile bizi krizin eşiğine getirdi!" Şu cümledeki mantık berraklığı insanı ürkütecek kadar keskin; e, kalecisi olmayan bir takımda defans oynamak kolay değil; rakip forvetlere "kuşa bak" demekten başka ne yapılabilir ki? Siyaset takımımızın orta sahası hayli kalabalık; kabine itibariyle yirmi"otuz kişiden müteşekkil ve bu elemanlar rakibi karşılayıp top bize geçtiğinde oyun kurmak yerine, birbirlerini kontrol etmekle ve tribünlere poz kesmekle imrâr"ı vakt eyliyorlar.
Hücum hattına gelince, kâğıt üstünde üç forvetle oynuyor gibi görünüyoruz ama forvetlerimiz oyun dikkatlerini daha ziyade birbirlerine gol pası (asist) vermemek için yoğunlaştırdıkları için gol kaydına bir türlü muvaffak olamıyorlar; hattâ boş kaleye giden topu bazen bizim forvetlerin yerinde bir müdahale ile taca gönderdiğine daha sık şâhit oluyoruz. Ara sıra atılan bir kafa topuna ve gol pasına üç kişinin aynı anda kafa vurması teknik açıdan imkânsız olduğu için siyaset takımımız kalesi boş, defansı çaresiz, orta sahası beceriksiz ve hücum hattı gol atma iktidarından mahrum bir ekip görüntüsü veriyor.
Sahaya çıkarabileceğimiz en iyi siyaset takımının "sahadakiler"den ibaret olmadığını bilmek, pratikte hiçbir işe yaramıyor çünkü takımın hangi esaslara göre teşkil edileceğine yine sahadakiler karar veriyorlar. Kenar yönetimine gelince, teknik adamların oturduğu kulübede bütün heyetiyle meclis yer alıyor; ne var ki bizde kulübe sahadakiler üzerinde değil, sahadakiler kulübe üzerinde söz sahibi. Muntazam olmayan aralıklarla saha, stat ve çevre güvenliğinden sorumlu görevliler, oyunun iyice kabak tadı verdiğine kanaat getirerek sahaya iniyor, başta takım oyuncuları olmak üzere kulübedekileri bir güzel azarlayıp evlerine gönderiyor ve yeni takım kurmaya başlıyorlar.
Peki tribün yok mu bu oyunda? Elbette var ama esasen maça biletsiz girmiş oldukları için olup"biten hakkında "en fazla yüksek sesle homurdanmaktan öte" tepki gösteremiyorlar. Bizim A milli futbol takımımız, oyunu, dünya standartlarıyla belirlenmiş kurallara göre oynamayı kabul ettiği için uzun yıllardan sonra başarılı oldu; siyaset milli takımımızın FIFA'sı, UEFA'sı yok; "burası bizim stadyumumuz, kuralları istediğimiz gibi koyarız" tafrasıyla tamamen nevi şahsına mahsus bir garip oyun stilinde inad ediyorlar.
Türkiye 21. asrın ilk yıllarında işte böyle bir manzara gösteriyor; ne var ki futbol takımının başarısı, siyaset takımının yıllardan beri zevkle uygulaya geldiği "dan"dun" taktikasını tehdid etmeye başlamış gibi görünüyor. Seyirciler, her ne kadar oyunu biletsiz seyrediyor olsalar da artık daha yüksek sesle homurdanıyorlar gibi bir beklenti içindeyim. Bu gidişatın bizdeki muhtemel neticesi, A milli futbol takımını siyaset stadyumuna çıkarmaktır. Olmaz olmaz demeyiniz, âlem"i imkândır bu; olur mu olur!
Sahi yahu, biz bu siyaset sahnesinde niçin bir türlü çağdaşlaşamıyoruz?
Okuyucu için mühim bir dipnot ve tebrik: Bugün aslında Yeşilçam'ın emektar ve klişe kötü adamlarından Turgut Özatay'ı konu alan bir yazı kaleme almayı düşünüyordum; ama gazetemizin bir başka yazarı, M. Nedim Hazar benden daha çevik davranarak bu konuda yazılabilecek en güzel yazıyı dünkü Zaman'ın kültür sayfasında yayınladı bile. Bu yazıyı beğenmeyen okuyucular, sevgili Nedim kardeşimin, "Turgut'lar ölür, bâki kalan kötülüktür" başlıklı yazısını zevkle okuyabilirler. Tebrikler Nedim Hazar!