Siyaset; en zorlu ibâdet
Mü’minlerin kalbinde hâlâ bir dağ-ı derûn hükmünde sızlayan Kerbelâ hadisesinin mesulü Yezid’in 6 oğlu vardı; onlardan biri, dedesinin ismini taşıyan Muaviye bin Yezid’dir.
II. Muaviye diye bilinir. Dedesi Muaviye, hilâfet makamını “zorla ve şerle” ele geçirip İslâm hükümetlerinde hanedan (saltanat) usûlünü kuran ilk adamdır; babası Yezid, hanedan usûlünün ilk melikiydi ve kısa iktidarında Evlâd-ı Resûl’ün kanıyla lekelendi. II. Muaviye ise başka ve hayırlı bir “İlk”in adamı olarak İslâm tarihinde yer almakla birlikte dedesi ve babası kadar şöhretli değildir.
II. Muaviye’nin siyasi hırs bakımından babasına ve dedesine hiç çekmediğinde tarihçiler müttefik. “Saltanat”ının sekizinci ayı bile dolmadan ahaliyi mescide toplayarak vazifesinden feragat ettiğini duyurmuştu. O gün mescidde halka söyledikleri, İslâmî siyasetin itibar edilen bir unsuru haline gelmedi; ahaliye kendisinden hoşnud olmadıklarını gördüğünü, sağda solda çekiştirdiklerini bildiğini, haberdar olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Daha sonra dedesi Muaviye’yi, halifeliği ele geçirmek için Hz. Ali’ye karşı yürüttüğü mücadelede haksız gördüğünü belirtti. Dedesinin ölümünden sonra ise lâyık olmadığı ve hak etmediği halde babası Yezid’in hilafeti üstlenmesini de eleştiren II. Muaviye onu ihtiraslarına yenilmekle, Ehl-i Beyt’i katletmekle, Medine’yi yağmalatıp, Kâbe’yi yıktırmakla suçladı ve ölüp gitmiş birisi olarak babasının hiç de iyi bir yerde yatmadığını ifade etti.
Hayır, “Bu yükü taşıyamayacaktı”. Söylediklerini hayretle dinleyen ahaliye, şer olarak Ebu Süfyan (II. Muaviye’nin büyük dedesi) ailesinin payına pek kötü bir hisse düştüğünü ve şimdiden sonra onları işleriyle başbaşa bıraktığını söyledi. Kendisini dinleyen Mervan bin Hakem, Hazreti Ömer gibi II. Muaviye’nin de kendisinden sonrası için bazı adaylar göstermesini isteyince verdiği cevap çok dikkat çekicidir: Yaşıyorken veya öldükten sonra artık yönetim işlerine karışmayacaktı! II. Muaviye, insanların şaşkın bakışları arasında evine çekildi ve birkaç ay sonra öldü. Allah rahmet eylesin.
Gariptir, sonraki bütün İslâm melikleri, sultanları ve padişahları nezdinde II. Muaviye’nin siyasete bakış tarzı taklid edilmedi; buna mukabil saltanat usûlünü ihdas eden dedesi I. Muaviye’nin siyaset tarzı benimsendi. Müslümanların siyasi meseleye bakışı da aynı istikamette donuklaştı; bu bakış, liyâkate değil zarurete, daha açıkçası fitnenin önlenmesi gerekçesine dayandırılarak meşrulaştırıldı. Bu yorum, dünyanın her yerinde asırlar boyunca tekrarlanmış ve kabul görmüştür. Müslümanlar, siyasete katmaları gereken asıl cevher için; âdil ve yüksek değerler için direnmek yerine “Nizâm-ı âlem”i sürdürmek, yani asayişin devamı maksadıyla, siyasetin adle değil güce yaslanan kanlı bir iktidar oyunu çerçevesinde kalmasına razı oldular. Devlet adamları için siyaset artık bir ibadet olmaktan çıktı, idari maslahat şeklini aldı. Böylece Müslüman olmayan dünyaya İslâm idaresinin yüksek vasfı gösterilemedi.
Siyaset’in ibadet fonksiyonu var mıdır; yoksa siyasetin evrensel icaplarına uymakla bu fonksiyon yerine getirilmiş olur mu? Şimdikiler de dahil, Müslüman emirlerin siyasette İslâmî bir tarz ortaya koyamadıkları fikrindeyim. Bu bana biraz, “Dünyanın gidişatı böyle” diyerek iktisadi işlerde Kapitalizm’in temel prensiplerine itaat edilmesini hatırlatıyor. Oysa ki iktisadi işlerde olduğu gibi siyasette de Müslümanların bir “tarz”ı olması icab ederdi. Devr-i saadet ve dört halife’den sonra II. Muaviye’de, Ömer bin Abdulaziz’de kısa fasıllar halinde gördüğümüz o tatlı rüyayı artık hatırlamıyoruz bile. Ümerâmızın çoğu, Ömer (ra) olmak yerine Muaviyeliği seçtiler.
Not: Hacı Hasdemir kardeşime Cenab-ı Hak’dan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.