Sırtlanlar niçin başrol oynamaz?

İkaz! Bu yazıyı, halen cereyan etmekte bulunan siyasi gelişmeler ışığında anlamaya çalışırsanız beklenmedik bağlar ve paralellikler bulabilirsiniz; bu sadece, sizin ne kadar art niyetli olduğunuzu gösterir.

“Pi’nin Yaşamı” filmini seyrettim, sonra da filmin yorumlara şöyle bir göz attım. “Alt metine daha derin bir bakışta bulunmak” veya hikâyeyi bir inanç paradoksunun çözümsüzlüğü gibi gören entelektüel yaklaşımlara duymam gereken saygıyı bir köşede titizlikle muhafaza ederek kendi yorumuma geçiyorum.

Vaziyet şu: Ergenlik çağında bir çocuk, batmakta olan gemiden kurtulmak için tutunduğu tahliye sandalında kendini bir anda bir kaplan, bir zebra, bir orangutan ve bir sırtlanla baş başa bulur ve filmin yönetmeni bize hemen orada şu soruyu yöneltir: “N’oolacak bu yolcuların hâli?”

Pi adlı esas oğlan, kendi halinde barışçı, hayvanlarla arasında felsefî bir ârıza bulunmayan ve her esas oğlan gibi özünde iyi bir delikanlıdır ve bu hayvanlarla esasen babasının özel hayvanat bahçesinden âşinâlığı vardır. Esas oğlan mazbuttur fakat sair yolcular “insânî” hislenişlerden ziyade hayvânî insiyaklerin yönettiği mahlûklardır ve “Hepimiz aynı gemide yaşıyoruz arkadaşlar; güçbirliği, işbölümü yapalım, barış içinde kıt kaynaklarımızı idareli kullanalım” demezler; bilakis her fırsatta birbirlerinin tadına bakmak saplantısından kurtulamazlar. Uzatmayalım. Daha kayığa atlarken ön bacakları kırılan zebra, sandaldaki en şanssız elemandır. Sırtlan ise en saldırgan. Sırtlanın geçimsizlik yaptığı sahnelerde, “Şu filmin esas hayvanı Bengal kaplanı yerine şu çirkin sırtlan olamaz mıydı?” diye geçti içimden; fikir benim bile hoşuma gitmedi. Orangutan yaygaracı, sempatik ve tehlikesizdir ve en önce o sırtlanın kurbanı olur. Ardından kaplan sırtlanı cezalandırarak yer, ardından da “Nasıl olsa ölmüş, şunu da yiyeyim bari” diyerek orangutanı da götürür. Filmde pek belli olmuyor ama zavallı zebranın da bir şekilde kaplana yem olduğunu anlıyoruz. Neticede Pi ile kaplan baş başa kalırlar. Ee...

Ben Pi’nin yerinde olsam, zannediyorum çoğumuz gibi ondan kurtulmanın çaresine bakardım ve film hemen biterdi. Pi öyle yapmıyor, çünkü Richard Parker adını taşıyan bu kaplanın bir ruhu olduğuna inanmaktadır. Bu isim nerden çıktı diyeceksiniz? Hayvanın nüfus kâğıdı çıkartılırken bir karışıklık olmuş ve kaplanımız, kulağa çok hoş gelen bir Anglo-Sakson adıyla tesmiye olunmuştur. Bir insan, üstelik İngilizce konuşan bir insan ismi taşıması, onun ruhu olduğu yolunda güçlü bir karinedir ama Mr. Parker, neredeyse filmin dörtte üçünde Pi’yi yemek için sulanıp durduğunu asla gizleme ihtiyacı duymamaktadır (İnternet âleminin hakikatine aldanmayın; bu ismi yazınca sayfalar boyunca kaplanın fotoğrafı çıkıyor). Filmin sonunu söyleyerek seyir zevkini baltalamak istemem; her iki esas oğlan da kurtulur ve Richard Parker adlı yakışıklı Bengal hayvanı, defalarca hayatını kurtaran Pi’ye hiç minnet ve sevgi duymadan arkasını çevirip ormanına döner.

Bu durum Pi’nin çok zoruna gider, sonraki yıllarda bu nankörlüğün muhasebesini yaptığını anlıyoruz. Kendi meselesidir fakat senaryocu filmde cins ayrımcılığı yapmış, kaplanla insanı yaşatırken, diğer sevimsiz hayvanlara hayat hakkı vermemiştir. Öyle ki, Pi’nin icabında sırtlana bile önyargısız bir sevgiyle yaklaşmasına izin verirken çirkin dişi orangutana hiç acımamıştır. Filmin sonunda Pi’nin zihni balatalarında vahim miktarda tahribat olduğunu gösteren emarelere rastlıyoruz ama Mr. Parker’in âkıbeti hakkında bir imâda bulunulmuyor.

Pi’nin Yaşamı politik bir film; olay Türkiye’de geçmiyor; konu evrensel yahu!


Kaynak (Arşiv)