Şirk

3 Temmuz 2011 tarihinde başlayan süreç, hepimiz için bir nimet, bir necat fırsatı olarak kabul görmeliydi; kadri bilinmedi. Mesele, “Herkes şike yaparken niçin biz hedef seçildik” itirazı üzerinden taraftarlık duygusu üzerine bina edildi ve mağduriyet meşrûlaştırıldı. Fanatizm ve forma aşkı uğruna ahlâkî değerler görmezden gelindi.

Futbol endüstrisi hayli irileşmiş bir toplumuz. Müşterek bahis sektörü milletlerarası mafya ile eklemleşti, transfer borsasının değerleri dünyanın en iyi sporcularını cezbedecek kadar yukarılarda. Kulüpler büyüdü, devletin alenî ve adaletsiz kayırmasıyla tesisleştiler, büyük cirolara ve taraftar kitlelerine hükmediyorlar. Futbolda çağın maddî değerlerini yakaladık ama bütün zamanların değişmez ahlâkî değerlerinden çok uzağız.

Bilmem hayrı olur mu ama söylemeli; futbol bir din haline geldi. Bu dinin sözde ilahı da başarıdır. Şirk bu değilse, nedir?

Başlıca sebepleri önem sırasına göre gözden geçirelim: Siyaset âlemi olağan şüpheliler sıralamasının en üstünde yer alıyor; sadece 6222 sayılı sporda şiddet kanununda gösterdikleri belkemiksiz yaklaşımı örnek göstermek bile yeter: Seçmenlerine sempatik görünmek için ofsayt kuralını bile bilmeyen nice siyasetçinin boynuna taraftar kaşkolü dolamaktan başlayarak dört büyük (!) kulübe devlet malından peşkeşler çekmek ve taraftarı seçmen sıfatıyla devşirmek arzusu siyasetçilerin sâbıka hânesindedir.

Futbol basını, mücrim listesinde siyasetçilerle rekabet halinde. Taraftara dalkavukluk etmek için ayrı sayfalar düzenleyip amigo yazarlar tutmak, tiraj endişesiyle bir miskallik hadiseleri bir batman kutruna büyütüp abartmak, her taraftar kitlesine sadece ve sadece kendilerinin haklı olduğunu hissini telkin etmekle spor gazeteciliğini geri dönüşü mümkün olmayan bir yola sokan futbol yayıncılığı kendi ipini çekiyor (Vaktiyle taraftarlık fanatizminin değirmenine su taşıyan şeyler yazdığım için mahcubum.)

Kulüpler suçlu çünkü kulüp kültürü nâmı altında ahlâkî değerler üretmekte gönülsüz davrandılar, yönetimlerini güçlü tutmak için fanatik gürûhuna açık destek verdiler, gözaltına alındıklarında sahip çıktılar ve açıklamalarıyla spor seyircilerini değil, düpedüz serserileri cesaretlendirdiler ve aralarında âdil ve centilmen ruhları barındırmadılar. Ahlâkî değerlere değil, nasıl edinildiğine bakmaksızın istatistikleri ve başarıya taptılar.

Suçlu listesinin en altına taraftarı yazabiliriz; elindeki muzla siyahî oyuncuyu aşağıladığı zannetmesine, beğenmediği renklere sinkafla hakaret etmesine, taraftarlık gayretini tanımadığı bir genci bıçaklamaya kalkışmasına kadar taraftar aslî değil, tâlî sorumludur; çünkü cahildir ve bu kötülükleri iyi bir şey zannederek yapıyor; câhildir çünkü taraftarlığı varoluş sebebi sanıyor; câhildir çünkü takımı söz konusu olduğunda doğruyla yanlışı ayırdetmek hassasını kullanamıyor.

Kesinlikle tedavisi gerekir; tribün kalabalığında kendini çok güçlü hissetse de tek başına âciz ve niteliksizdir; eksikliklerini yandaşlarının ten sıcaklığına sokularak izâle etmeye çalıştığı için ölene kadar “fert” olamayacak. Öldüğünde tabutunun üstüne serilen kulüp bayrağı, yanlış adrese gönderilmiş bomboş ve hazîn bir mektuptur.

Haklı olarak, “Bir şeyi unutmadınız mı; ya federasyon?” diyebilirsiniz. Unutmadım elbette fakat bahse bile değmez!

Sadece Türkiye’deki futbol endüstrisinin değil, dünya futbolunun cirosu bile o delikanlının metro istasyonunda katledilmesine değmez. Bu cehâlet cinâyeti, Türkiye’de futbol nâmına üretilen bütün değerleri iflâs ettirmiştir ve bu cinayette, -forma ve mevkii farkı gözetmeksizin- her fanatiğin hissesi vardır.


Kaynak (Arşiv)