Sıra sıra siniler hasta olan iniler

Bülent Ecevit'in hikâyesi gitgide kontrolden çıkan bir drama dönüşüyor; siyasi olanla insani olanı ayırd edebilmesi için gerekli zihni birikime sahip olduğunu zannederdim oysa. 12 Eylül'den sonra Ecevit çok yumuşak bir insan portresi çizdi hep; uzlaşmacıydı, kültürlüydü ve yılların zihninde biriktirdiği tecrübeyi damıtarak siyasette gerginlik yerine sükûnet ve anlayışı öne çıkaran bir çizgi takib ediyordu ki

biz buna "kemâl" diyoruz. Son zamanlarda sıkça "hiçbir göreve isteğimle gelmedim; gitmesini de bilirim" diyordu, etkileniyorduk. Ne var ki son günlerde ne söylediğini, neler düşündüğünü bilmiyoruz; eski tâbirle "ihtilâttan men" bir durum yaşıyor. Dün bir arkadaş sohbet esnasında, "belki de emr"i Hak vâki oldu; saklıyorlar gibime geldi" dedi. Üzüldüm, gerçekten üzüldüm. Vakti gelince gitmesini bilmek bir erdemdir şüphesiz ama bizatihi gidilecek zaman geldiğinde bu kararı uygulamak daha büyük bir erdem olmalı.

Hayır, işin siyasi tarafı beni hiç ilgilendirmiyor; bu hükümet yıkılsın da yerine seçim hükümeti kurulsun derdinde değilim; bu tamamen insânî bir mesele. Bülent Ecevit doktor raporuyla mâlul ama bir türlü emekli olamıyor; bu haliyle başbakanlık yapmasına ve yapıyormuş gibi gösterilmesine de itiraz etmiyorum; Türkiye'nin başbakansız ve hükümetsiz de yönetilebileceğini çoktan öğrendik. Ben Sayın Ecevit'in "gidiyorum; hastayım, yılların yorgunluğu var üzerimde, tedavi olacağım, dinleneceğim, derdimle baş başa kalmak, sıradan hastalar gibi canım acıdığında inlemek, sızlanmak, dalıp gitmek ve bana bakanlara hafif tertip nazlanmak benim de hakkım; en insâni hakkımı kullanmak için gidiyorum, herkese teşekkür ediyorum" diyebilme fırsatını bulamayışına üzülüyorum.

Son kerteye kadar direnmek, lâfın gelişi kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek için ciddi bir gerekçe bile yok ortada. Devlet varsa (ki bana göre gereğinden fazla var) işler yarıda kalmaz. Bu direniş ne için, kimin için ve bunca acıyı gizlemek ne uğruna?

Değer mi?

Başbakan, Türk basın tarihinin hiçbir zaman kimselere açmadığı bir iyiniyet ve anlayış kredisini kullanarak Resmi Gazete'de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararlarında ismini en üste yazdırmaya devam ediyor. İki gün önce genç bir solcu yazarın yarım ağız itirafını okudum: Hindistan gezisi esnasında da hayli hastalık âlâmetlerini görmüş, elinde kalem olmadığı halde bir kitap kapağını imzalamaya kalkışınca yazarın yüreği burkulmuş; gördüklerini açıkça yazamamış gazetesine. Ne kadar insanca, ne kadar anlayışlı bir tavır. Keşke basın mensuplarımız, her zaman her insânî zaafa aynı insafla yaklaşmış olmayı becerebilseydi. Aynı hastalık, başbakanlığı esnasında Demirel'in, Erbakan'ın veya Özal'ın başına gelmiş olsaydı Türk basını aynı insanî hassasiyeti gösterir miydi; şüpheliyim.

Türk siyasi hayatında istifa müessesesi üzerine konuşalım şimdi; insanî icapları bir tarafa bırakalım, siyasi sebeple koltuğunu bırakıp giden kimi hatırlıyorsunuz Erdal İnönü'den başka; anayasayı ihlâl edecek bir fiili duruma gelmedikçe bizimkilerin lügatinde istifa kavramı yer almıyor. "Başaramadım, sıkıldım, yoruldum, emekliliğin tadını çıkaracağım, bana güvenenleri daha fazla üzmek hakkını kendimde görmüyorum" deyip de "kemâl"i izzet" ile çekilen kim var? İstifa kavramını unutmuş aktörlerin rol aldığı bir demokrasi, çok kısa zamanda despotik yönetimleri özlettiren buhranların tehlikeli sularına sürüklenebilir.

Demokrasi tanrı"kralların rejimi değildir; demokrasi bir rejim olmaktan evvel bir kültür muhitidir. Kurallar asgari nezaketi teşkil ederler ama demokrasiyi asıl besleyen kaynak asgari nezaketin daha fazlasını gösterebilmektir. Kanunlardan değil, nezaketten, incelikten, mahviyetkârlıktan ve Titan rolü oynamamaktan bahsediyorum. Hep liderleri eleştiriyoruz ama bizim en sıradan milletvekilimiz bile ilk seçildiği dönemin ilk ayında neredeyse insiyaki bir refleksle yeniden seçilme derdine düşüyor.

Başta siyaset adamıyla, basın mensupları ve baskı gruplarıyla Türk siyasetinin "insânî boyutları yeniden hatırlamaya ihtiyacı var; siyasette fazilet ibrâz edilemiyorsa, fazilet siyâsetin daima üstünde kalabilmelidir. Fedâkarlık tek başına erdem değildir, her fedâkarlığın ara sıra "değer mi" sualiyle bir erdem sorgulamasına tabi tutulması da erdemdir.

Bence değmez!


Kaynak (Arşiv)