Sinema niçin evde seyredilir?

Şimdi zihnim beni yıllarca geriye götürüyor; şehrin üç beş sinemasından birinin önünde, faytondan indirilen büyük çelik sandıkları güç-belâ taşıyarak "makine dairesi"ne götüren sinema görevlilerini hatırlıyorum.

Güçlü kuvvetli de olsa tek bir babayiğitin asla kaldıramayacağı o çelik sandıkların içinde ne olduğunu tahmin edersiniz? Bugün on gramlık DVD diskine sığdırılabilen tek bir film.

Sonradan biliyorsunuz "Ecnebîler", o koca filmi kitap büyüklüğünde bir kasete sığdıran video teknolojisini icat etti. VHS mi piyasayı ele geçirecek, Beta mı derken VCD denilen yoğun video diskleri, kasetlerin saltanatını yerle bir etti. VCD'lerin görüntü kalitesi düşüktü, şöyleydi böyleydi ama neticede onlarca kiloluk bir filmi, ağırlık itibariyle birkaç grama kadar indirmişti. Üç-beş sene önce DVD ortalığa çıkarak VCD koleksiyonerlerinin birikimini on paralık etti; bugünlerde ise Blue-ray denilen teknoloji, DVD'leri Murat 124'lerin durumuna düşürmek üzere; an meselesidir.

Neydi o devrim: Sadece sinema salonlarına mahsus bir teknojinin ucuzlayıp, kolayca satın alınabilir seviyelere inerek evlere taşınabilmesiydi! İşte daha o ilk günlerinden beri, "Film sinemada seyredilir" fikrine kat'iyyen kulak asmayarak, "Film evde seyredilir" takımını desteklemeye başladım. Basında sinema tenkidleri yazanların evde sinema seyretmeye karşı çıktıklarını biliyor ve anlayışla karşılıyorum; çünkü onlar bir filmi herkesten önce seyredip okuyucularına tanıtmak için sinemalara taşınmak zorunda kalıyorlar ve herkesin aynı şeyi yapmasını istiyorlar; oysaki teknoloji artık müsait ve bir filmi seyretmek için ille de sinemaya gitmek zorunda değiliz.

Evde sinema seyretmenin iki teknik mahzuru var: Yeni filmleri görmek için birkaç ay sabırlı olmak gerekiyor ve en gelişkin ev televizyonunda bile, sinema perdesindeki görüntü kalitesine erişmek hâlâ mümkün değil; ne var ki bunlar göğüslenemeyecek engeller değil.

Neyse, sadede geliyoruz; geçen hafta daha fazla ısrarlara dayanamayarak neredeyse bütün sinema eleştiricilerinin ayılıp bayıldığı A.R.O.G filmini seyretmek üzere sinemaya gittim. Peşinen söylüyorum; pişman oldum.

Sebeplerini sırayla arz ediyorum:

1- Sinema ekranın genişliği, salonunun küçüklüğü ile kıyaslandığında perdede olup bitenleri algılamamı zorlaştırıcı bir tesir yapıyor; gençlerin pek sevdiği ses efektlerinin verildiği güçlü hoparlör sistemi ise benim kuşağımdaki insanları rahatsız edecek sesler çıkarıyor ve insanın dikkati dağılıyor.

2- Film takriben iki saat uzunlukta fakat sinema salonuna girdikten sonra iki saatte kurtulamayacağınızı anladığınız zaman iş işten geçmiş oluyor. Sinema işletmecileri -hilâfsız- yirmi dakika boyunca, sinemayla, sanatla, kültür tanıtımlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ticâri reklâm filmi yayınlamaya başlıyorlar. Salona girerken filmi seyretmek için gerekli ücreti ödeyip zamanımızı tahsis ettiğimize göre reklâm sahipleri ve işletmeci firma, bizim zamanımızı, sabrımızı ve paramızı istismar ediyorlar.

3- Zoraki seyrettirilen reklâm filmlerinin muhtevası ayrı bir şikâyet mevzuu. Mübalağa etmeden söylüyorum, gösterilen reklâmların dörtte üçü alkollü içkilerle ilgili: Rakı, votka, bira, vermut vesaire. Bu gibi filmlere genellikle çocukların ve gençlerin iltifat ettiğini düşünürseniz ne kadar densiz ve yersiz bir iş yapıldığını rahatlıkla kestirebilirsiniz.

Nitekim yanıma oturan delikanlılar, ballandıra ballandıra sunulan rakı reklâmını seyrederken birbirlerine, "Yahu nasıl da canım çekti şimdi!" diye konuşuyorlardı.

Parasını son kuruşuna kadar ödediğim bir sanat gösterisinin zaman dilimi içinde içki reklâmlarına muhatap olmaklığımızın hesabını kim soracak? Kaldı ki sinema gösterisi esnasında -tanıtılan ürün ne olursa olsun- ticari bir reklâm faaliyetinde bulunulmasını -haydi moda tâbirle söyleyelim- hiç de "etik" bulmuyor ve protesto ediyorum.

4- Film arasında verilen kısacık aradan sonra bile reklâm seyrettirilmesini ayrıca zikretmeye gerek kalmıyor bile.

5- Gelelim filme; seyrettikten sonra anladım ki sinema yazarlığı yapanların eleştirileri ile filmin kalitesi arasında doğru orantı aramak çok iyimser bir beklentidir. Hakkında yazılanlara göre film, her dakikası kahkaha tufanı ile dolu, çok eğlendirici bir komedi idi.

Eh, komedi olmasına komedi fakat şu kadarını söylemeliyim ki bulunduğumuz salonda ilk gülüşmeler, film başladıktan bir saat sonra duyuldu. Benim fikrimi merak ederseniz şu kadarını söyleyebilirim: Ben neredeyse hiç gülmedim bile. A.R.O.G filmi, G.O.R.A'nın altında ezilmiş bir sinema eseridir. Özellikle senaryo ve diyalog yazılması safhasında işin yeterince ciddiye alınmadığı kanaatine kapıldım.

Film bitip de sinema salonundan kaçar gibi uzaklaştıktan sonra kendi kendime "bir daha asla" sözü verdim ve önceki kanaatimi bir daha pekiştirdim: Evde sinema gibisi yoktur. Evet, acele etmeyeceksiniz, birkaç ay bekleyeceksiniz ve televizyon ekranının sinema perdesine göre mahdut konforuna rıza göstereceksiniz fakat sizi illet eden reklam kuşaklarından, sinemaya geliş ve gidiş zahmetinden âzâde kalacaksınız; üstelik çay ve kuruyemiş lüksü, filmi istediğiniz yerde dondurup saatlerce bekletme imtiyazı, beğenmediğiniz filmin diskini kırıp pencereden aşağı fırlatmak da cabadan...

Lâf arasına sinema işletmecilerini ikaz etmiş olalım; Türk seyircisi yerli filmleri seviyor ve destekliyor; sinemanıza kadar bir yığın para ödeyerek gelen seyircilere lütfen saygılı davranınız ve onlara değer veriniz ki, benim gibi huysuz ve aksi seyirciler, ara-sıra da olsa sinemaya gidebilsinler...


Kaynak (Arşiv)