Şimdi ben de çarpılır mıyım?

Bilgim dahilinde açılmış bir hesabım haricinde Twitter âlemiyle işim yok ama gazetelerden birinde okuduğum bir twiti ve imlâsına hiç dokunmadan iktibas edeceğim: “Seçilmiş elemanlar, daima, Adını Tarihe Altın Harfler ve Alın Teriyle Yazdırmış Elemanların Gölgesi Altında kalmaya Mahkumdur!!!” Ardından tamamı büyük harflerle yazılmış bir “vecize”: “Söz konusu vatan, Atam ve GS ise gerisi bir hiçtir” Onun ardından yine üç yıldızla başlayan birbirine bitişik bazı rakamlar: 1923 [Cumhuriyet’in kurulduğu tarih], 1881 [Atatürk’ün doğum tarihi], ardından 53 [bunun manasını çözemedim], ardından 1481 [Olsa olsa Fatih Sultan Mehmed’in ölüm tarihidir diye düşündüm!], onun ardından 1905 [GS’nin kuruluş yılı olsa gerek] en sonunda T harfi.

Vay canına! 5-6 satırlık metne bu kadar sembol, imâ, açık mesaj ve kutsallık yüklemek kolay iş değil. Kimin yazdığıyla değil, metnin kendisiyle ilgileniyorum.

Seçilmiş elemanlara gönderilen târiz pek belli. Seçilmişlerden hoşlanmıyorsanız karizma, efsâne veya kahramanlardan yanasınız demektir. Bir kahraman veya kutsanmış bir kişi olarak bir aziz (Saint) gelir ve biz fanilerin anlamayacağı bir hokus-pokusla zafere giden yolu açar. Bu mantığı ayıplamıyorum, altını çiziyorum. Doğrudur, seçilmişler her zaman mevcutların “en iyisi” olmayabilir fakat seçilmiş bir başkan, atanmış bir yöneticinin işine son verdi diye seçilmişlere veryansın etmenin mantığı pek zayıftır; hele hele o seçilmişin, o atanmışı göreve getirmesi hatırlandığında...

Peki, bir futbol kulübünde olup biten tatsızlıkların vatanla, Atam’la ne alâkası var? Birkaç defa liseyi ziyaret etmişliği dışında “Tarihçiler”, Atatürk’ün GS ile ilgisi konusunda şöyle manidar bir belge bile gösteremiyorlar. Erbâb-ı twit de onu imâ etmiyor zaten, “Benim için önemli şeyler listesinin sıralaması böyledir” diyor: Evvela vatan, ardından Atatürk ve GS.

Bir kulüp çalıştırıcısını değiştirdi (aslında her yıl 8-10 kulüp aynı işi yapar ama fazla ses çıkmaz) ortalık birbirine girdi. Tartışsınlar, benim için mahzuru yok ama mesele, “Bir mübarek şahsiyetin, bir ermişin, bir azizin görevine, sıradan günahkârlar nasıl son verebilir ki; çarpılacağız herhal!” saçmalığına geldi yaslandı; böyleleri ancak kendileri uygun görürlerse işten ayrılabilirler, aksi takdirde kayd-ı hayat şartıyla ruhânî vazifelerine devam ederler?

İşler iyi giderken sıkça “profesyonellik” kavramını vurgulayıp, tersine döndüğünde “Hikmetimden sual edenin alnını karışlarım uleyn!” diye gurur gösterisi yapmak mübârek bir yaklaşım sayılmaz pek! Mübârek adam meraklılarına küçük bir tüyo vereyim sevâbıma: Onlar hakkında şöyle denilmiştir: “Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.” (36:21)

Bir şey hakkında abartılmış sıfatlar, dibi görünmeyen yüceltmeler, hikmeti sual olunamayacak kadar ulvî nitelemeler sarfedildiğini farkedince pabucuma taş kaçıyor tâbir yerindeyse, velâkin bunun iyi bir haslet olmadığının da farkındayım: İşlerini ücreti mukabilinde dosdoğru yapanlara büyük saygı duyuyorum; bu çerçevede meslek ahlâkı diye adlandırılan ve Türkiye’de henüz yeterince ma’kes bulmayan kavramın ders niyetine okutulmasından yanayım. Ne var ki, insanların çoğunluğu, Kudsiyet kavramı hakkında etraflıca düşünmediklerinden olsa gerek, en basit pazarlama numaralarıyla tütsülenmiş kutsallaştırıcı inşâlara bayılıyorlar.

Vaktiyle pek mübârek bir mahal iken (stadyum yani) yıkılmış bir inşaatın molozlarını paketleyerek satan ve bu gibi şirk nesnelerine üste para verip alanların ve başarı dinine tapanların çoklukta bulunduğu bir zihin ikliminde yaşıyoruz; ki sorunca, “Bunlar put değildir, sadece masum vesilelerdir” diyeceklerdir! [email protected]


Kaynak (Arşiv)