Silgi

Kalem, boya, fırça, makas, kâğıt, defter, zamk, çakı, kalemtıraş, cetvel, pergel, büyüteç, tutkal, etiket, bloknot, tel zımba, delikli zımba, dosya, klasör, mukavva, tutkal, karton, çanta, topluiğne, ataç, falçata, gönye, açıölçer, tebeşir, silgi...

Silgi deyince aklıma geldi; bilmem hâlâ var mıdır, yassı ve yuvarlak silgiler olurdu eskiden; tam ortasında tenekeden mamul delikli tutamak, bu tutamağın ortasından ip geçirilirdi de isteyenler boynuna asardı. İlkokulda öğrencilerin ikide bir kaybetmemek, arayınca yerinde bulmak için silgiyi boyna asmak gelenekleri vardı. Şimdi var mıdır, dikkat etmemişim.

Silgi meselesi önemlidir ve bu yumuşak lastik parçasının kendinden daha derin ve anlamlı bir felsefi mânâsı vardır. Silgisi olanın hatâ yapma imkânı olur; yanlışsa siler, doğrusunu yazarsınız. (Bak bak bak, ne felsefi lâflar bunlar, tabii anlayana!..)

Mürekkepli kalem hatâlarını ortadan kaldırmak için diğerlerinden daha sertleştirilmiş silgiler de olurdu kırtasiye dükkânlarında, talebe işi değildi, büyük amcalar, yazıhanelerinde kullanırlardı fakat genellikle kâğıdı kazıyıp delmek, hatta yırtmaktan öte bir işe yaradığını hatırlamıyorum. Sonraları daktilolar yaygınlaşınca daktilo silgileriyle yüzgöz olduk. Kalem biçimindeydi ve içinde sert cinsinden bir lastiği vardı. Eğer teksir kâğıdı kullanıyorsanız daktiloda, silmek daha kolaydı, zira teksir kâğıdı, vaktiyle "üçüncü hamur" denilen, etli, kalınca, mat ve kaba-saba bir kâğıt cinsiydi.

Sahi yahu, ne oldu üçüncü hamur kâğıtlarımıza bizim?

Soruyorum ama biliyorum encâmını; bu kaba-saba kâğıtları biz üretiyorduk, Seka'nın bilmem hangi fabrikasında. Daha çok kamu kuruluşlarında müsvedde için tercih olunur, kurumun tuvaletinde el silmek için havlu niyetine de kullanılırdı da pek kızardım ben bu işe. Kâğıdı mübârek bilirdik, temizlikte kullanılmaz diye bilirdik. Aradan biraz zaman geçti, kâğıt hâlâ mübârek fakat temizlikte de kullanılıyor; bu durum kâğıdın mübârekliğini zedeliyor mu bilmem...

Neyse 90'lı yıllarda mıydı nedir, üçüncü hamur piyasadan çekiliverdi, yerini, şimdilerde kabaca A4 dediğimiz parlak kâğıtlar aldı; hani o bembeyaz, gözü yoran, ışığı yansıtan, 500'erlik ambalajlarda satılan, bollaştığı için değersizleşen kâğıtlar. "Aman dostlar, yok mu bizim eski kâğıtlardan?" diye birkaç top tedarik etmeye fırsat bulamadan birdenbire parlak beyaz kâğıtlara mahkûm oluverdik.

Efendim bu 3. hamur kâğıdın şöyle kartona yakın derecede kalın ve esmer cinsleri olurdu. Meraklısı bilir, meselâ vaktiyle Refik Halit Karay üstadımızın külliyatını yayınlayan "Semih Lûtfi Kitabevi", üstad Münif Fehim'in kendi elcağızıyla çizdiği kırık çizgili meşhur kapak konsepti serisinde işte tam da bu cinsten bir kâğıt kullanırdı. Şüphesiz diğerlerinden beş on kuruş daha fazla mâliyet fakat buyrunuz, aradan 70 sene geçtikten sonra kendini hatırlatan bir kalite gösterisi... Nitekim bu kâğıtların asıl zarafeti, tipo tekniğinde kurşun harflerin kâğıda geçmiş diş izlerini hâlâ taşıyor olmasıdır; elinizi yazılı satırlara hafifçe sürdüğünüzde "forse" kabarıklığını o'ssaat farkedersiniz; bu, iki boyutlu harflerin çaktırmadan üçüncü boyuta doğru harekete geçmesidir ki beni çok zevklendirir.

Seka'yı kapatmışlar diye duyduk sonraları; devlet fabrikası olduğu için astarı yüzünden pahalıya geliyormuş vs, vs... Şimdi kırtasiyecilerde tutya kabilinden yüzerlik desteler halinde teksir kâğıdı diye bir şey satılıyor ama nerede o eski lezzetler birader?

Kırtasiye deyince aklıma geldi, sahi ben kırtasiye kavramı hakkında bir şeyler yazmak için masaya oturmuş, sonra kırtasiye denince akla ilk gelen şeyleri sıralamaya başlamıştım da sonradan silgiye takılı kalmışım.

Çocuğuz; kendi aramızda yağlı kalem diye bir kavram geliştirmişiz. Yağlı kalemle yazılan yazı daha güzel, daha parlak bir siyah iz bırakıyor kâğıtta. Bir kurşunkalemin "yağlı" olup olmadığını anlamak için kalemin sırtını, yani açılmamış ucunu bir güzel hohluyoruz, sonra başparmağımızın etli kısmını kalemin sırtına bastırıp elimize kalemle birlikte havada sallıyoruz (ne olacaksa!). Sonra kalemi tutan elimizi ayırıyoruz, eğer kalem yere düşmez, başparmağa yapışık kalırsa o kalem yağlıdır!

Nasıl test ama?

Atos marka kurşunkalemler vardı o zaman; diğerlerinden belki biraz pahalı ama yağlı mı yağlı! O zaman kalemlerde grafit karışımının miktarını gösteren B'yi, sertliği tayin eden kil miktarını gösteren H simgesini bilmiyoruz tabii.

Bir ara kokulu kalemler çıktı, Çin işi miydi Tayvan mı; diğerlerinden ince, mis gibi kokuyor ama hemen erkek öğrenciler sosyetesinde "kız işi" diye yafta yediği için uzak durduk. Atos erkek kalemiydi; Atos'un bugünkü torunlarının sırtında 2B yazar, 7B'ye kadar uzanır gider güzelim yağlı kurşunkalemler. Bugün envâ-ı türlüsü kırtasiye dükkânlarında düzine ile üçotuz kuruşa satılıyor, hiçbirinde Atos'un uyandırdığı leziz çağrışımları bulamıyorum.

Garip bir alışkanlık daha vardı; sarı defter. Öteki defterler beyaz kâğıttan yapıldığı halde matematik defterlerimizin sayfaları çizgisiz ve sarı renkliydi. Sayfaları düzgün kullanmak için herbirinin soluna yukardan aşağıya doğru cetvelle kırmızı çizgi çekerdik. Öğretmenlerimiz nedense böyle isterdi.

Kenarlarına bazen çiçek resimleri yapardık ama daha çok kızlar düşkündü bu işe: Kenar süsü. Daha çok geometrik çizgilerden oluşan süslerin içini renkli kalemle boyamak da âdettendi.

-Paranız yoksa gazete kâğıdıyla kaplayacaksınız ama mutlaka kaplanacak defterler. Çıkarın defterlerinizi, muayene edeceğim!

Gazete kâğıdıyla defter ve kitapların kapaklarını ciltleyenler de olurdu ama ben daha ziyade -ele geçirebilmişsem eğer- bugün Kraft kâğıt diye bilinen kahverenkli ambalaj kâğıtlarını tercih ederdim. Oğullarımın defter ve kitaplarını da yıllar boyunca kendi ellerimle kraftla kaplayıp üzerlerine sırtı dille yalanan cinsten kırmızılı mavili etiketler yapıştırdım. Severdim defter kaplamayı, kendime mahsus kaplama teknikleri bile geliştirmiştim.

Yukardaki listeye bir göz attım; elişi kâğıdını unutmuşum. Resim dersinde renkli elişi kâğıtlarıyla yırtma-yapıştırma tekniğiyle ödevler yaptırırdı öğretmenlerimiz. Elişi kâğıdının sırtını zamkladıktan sonra kurumadan sivri ve sert bir şeyle kâğıda bastırarak küçük parçalar koparıp yapıştırırdık. Bu tekniğin ilerdeki günlerde bir işe yarayacağı düşünülmüştü herhalde ama hâlâ bu tekniğin hangi ihtiyacı karşıladığını anlayabilmiş değilim; belki günün birinde lâzım ümidini koruyorum ama...

Kırtasiyecilikten herkes nefret eder, ben de elbette ama kırtasiyeyi pek severim.

Yaşasın defterler, kâğıtlar, boyalar, zamklar, mukavvalar, kalemler, telli zımbalar, makaslar, kalemtıraşlar...

Dünya durdukça yaşasınlar...


Kaynak (Arşiv)