Silâhla savunulan fikirlerin cenderesinde
18\. yüzyıldan bu yana Türkiye’de yerleşik yapıların değişmesinde Avrupa çok tesirli oldu. Siyasi sistemimiz ve felsefemiz, maliyemiz, yönetim şeklimiz, şehirleşme ve eğitim hayatımız Batılı örneğe göre değişime zorlandı; bu sürecin hâlâ devam ettiğini söyleyebiliriz. Son üç asırlık manzaranın özeti, Türkiye’nin Batılı öğretmenler elinde eğitim gören ama bir türlü öğretmenlerinin istediği kemâle varamayan kabiliyetsiz bir öğrenci gibi göründüğü şeklindedir.
Batılı “‘Mürebbî”lerimizin o kadar sık tekrar ettiği ve bizim de haylaz bir talebe sıfatıyla her yıl bütünlemeye kala kala başımızı döndüren o meşhur ders fikir hürriyeti meselesidir. Uluslararası kuruluşlar her sene bir rapor yayınlar ve Türklerin fikir hürriyetleri standartları sıralamasında hâlâ son sıralarda yer aldığına dikkat çekerek kulağımızı çekerler; bu ikaz, sınıfın çalışkan ve mendili temiz uslu çocukları durumundaki Liberaller tarafından her defasında başımıza kakılır; “Arkadaşlar, lütfen adam olalım, bak sizler yüzünden bizler de sıra dayağına çekiliyoruz” sızlanmasıyla Türkiye’de hür düşünceyi engelleyen faktörlerin ortadan kaldırılmasını savunurlar. Sıra dayağı psikolojisini, bizim kuşaktan olanlar hatırlayacaktır. Sıra dayağı, “içimizdeki birkaç kendini bilmez” yüzünden bütün sınıfın ama bu arada çalışkan ve bîgünah çocukların da cezalandırılmasıdır.
Gelenek hâline geldiği için kimsenin dikkatini çekmeyen husus, fikir hürriyetleri konusunda Türkiye’nin artık kritik bir eşiği aştığı gerçeğidir. Belki resmî mevzuatımızda hâlâ ayıklanması gereken yasaklı hükümler ve uygulamalar yer alıyor, belki kamu otoritesi vesayetçi ve tek partili dönemden kalan bir alışkanlıkla temel hak kullanımının bir bahşiş değil doğuştan gelen bir insanlık kazancı olduğunu kabullenmekte zorlanıyor ama fiiliyatta Türkiye, yasaklar yüzünden ifade imkânı bulamamış tek bir fikrin bile kalmadığı, bu mânâda dibe vurulan bir yerdedir.
Küçük ama anlamlı bir misâl: Birkaç ay önce İstanbul’da, “Suriye’nin dostları” konulu uluslararası toplantı yapılırken hemen o civarda, Esed taraftarı Suriyeliler bir protesto gösterisi düzenlediler ve fark edeceğiniz üzere dikkat bile çekmedi.
Türkiye, meclisinde grupla temsil edilen BDP’li vekillerin, silahla siyaset yapan PKK militanlarıyla açıkça dayanışma gösterisi yapabildiği bir ülkedir; bu gösteride basın mensupları hadiseyi rahatça izlemişler, haberlerini çekinmeden yapmış ve yayınlamışlardır.
Fikir hürriyetinin nasıl kirletilebileceğine dair ibret verici bir örnek: BDP’li vekillerin mecliste söyledikleriyle dağ başında söyledikleri arasında bir üslup ve muhteva farkı yok!
Türk basınında ayrılıkçı fikirler soğukkanlılıkla ifade imkânı buluyor, takibata maruz kalmadan açıkça tartışılıyor. Sayısı birkaç yüzler belki bine varan televizyon, radyo, internet, basılı yayınlardan oluşan medya kavramı hesaba katıldığında manzara daha renklidir: Ateizm’den başlayarak her nevi Heretik cereyana, Komünizm’in en arkaik biçimlerinden otoriter dikta uygulamalarına, bölücülükten yayılmacılığa, radikal Laiklik’ten Teokratik düzen arayışlarına, Darwinizm’den Akıllı Tasarımcılığa, muhafazakâr hayat tarzından cinsî serbestiye kadar basın dünyamızda neredeyse seslendirilmedik fikir kalmadı. Bu manzaraya şu küçük tablo mutlaka ilave edilmelidir: Türk medyasının yarısından daha çoğu hükümeti kıyasıya eleştiren, eleştirilerinde zaman zaman hakaret boyutuna dokunmaktan çekinmeyen yayın organlarından oluşuyor; öyle ki, vesayetçi ve devletçi derin yapılarla uzlaşma arayışlarına gireli beridir hükümeti destekleyen medya grupları artık iyice azınlık statüsüne düşmüş durumda.
Türkiye, en hayati konularda konuşan, yazan, seslendiren ve tartışan bir ülke; standartlarımız belki düşük, kanun mevzuatımız belki fiilen yaşananların gerisinde ama Türkiye’de sırf yasak olduğu için câzibeli görünen bir “Fikir” kalmadı; bilakis Türkiye, şu iki fikrin silah ve zor gücüyle savunulmasına karşı korunaksız durumda.
1-Kürt meselesinde düşüncelerini silahlı propaganda ve şiddet eylemleriyle destekleyen terör örgütü
2-Otoriter devlet uygulamalarını, silahlı bürokrasiyi, yani orduyu kışkırtıp suiistimal eden vesâyetçi yapı.
Türkiye’nin en mağdur kesimi, hangi fikrî çizgide olursa olsun düşüncelerini yine fikir hürriyetinin gerektirdiği demokratik sabır ve nezaket kuralları içinde ifadeye çalışan topluluklardır; manzara bu kadar net!