Şey... Yani "Söylem" olayı üzerine
Başbakan Sayın Bülent Ecevit, dil şuuru yüksek bir siyâset adamıdır; şairdir, konuşmalarını daktiloyla bizzat yazdığını bilmeyen yok; ayrıca telâffuzu da itinalı. Kelime kadrosu tercihini beğenmesem bile onda bir dil zevkinin mevcut bulunduğu âşikâr.
İşte bu yüzden bir konuşmasında "Partilerarası ihtilaflar yumuşak söylemle aşılabilir" ifadesini duyunca garibime gitti; "söylem"i hangi mânâda kullandığını merak ettim: İfâdenin siyâk u sibâkından "üslûp" kelimesini tercih ettiği anlaşılıyordu. Gerçekten de "Partilerarası ihtilaflar yumuşak üslûpla aşılabilir" şeklindeki değişiklik, Ecevit'in muradı ile örtüşüyor. Merak ettim; Türk Dil Kurumu'nun 1998 baskılı sözlüğüne baktım, "söylem"in karşılığı şu: "Söyleyiş, söyleniş, telaffuz."Şimdi aynı cümleye bu üç karşılığı sırayla yerleştirerek, kelimenin mânâyı kapsamakta ne kadar başarılı olduğunu araştıralım;
1 Partilerarası ihtilaflar yumuşak söyleyişle aşılabilir
2 Partilerarası ihtilaflar yumuşak söylenişle aşılabilir
3 Partilerarası ihtilaflar yumuşak telaffuzla aşılabilir
Size göre bu üç karşılık, Ecevit'in kasdettiği muradı kapsıyor mu? İlki mânâ bakımından ne kasdedildiğini hatırlatıyor fakat Türkçe'de bu kabil cümleleri, ancak Türkçe'yi yeni öğrenen yabancıların ağzından işitmeye alışkınızdır; bu söyleyiş mûnis, alışıldık ve mâlum değildir. İkinci şık düpedüz yanlıştır. Söyleniş, bizde evvela homurdanmak anlamını hatırlatır ve homurdanan bir kişinin işlediği fiili anlatır. Üçüncü şık ise mânâ itibariyle doğru fakat eksiktir: "Partilerarası ihtilaflar yumuşak bir üslûpla telaffuz edilen diyaloglarla aşılabilir" şeklinde söylemek daha doğrudur ve ancak böylece murâd edileni kapsar.
Peki, "Dil zevki" konusunda herkesin ittifak ettiği sayın Ecevit, böyle kifâyetsiz bir kelimeyi niçin tercih ediyor acaba?
Can simidi, İsviçre çakısı gibi kelimeler...
Söylem, Türkçe fukaralığının yeni can simitlerinden birisi haline geldi; bundan önce "olay" kelimesi gözdeydi. Tamlama yapmak gerektiğinde işe yarar kelimeyi bulamayanlar olay'a sarılıyorlardı. Meselâ, "Evlilik olayına çekimser bakıyorum" diyen bir hanımefendi sanatçımız, burada kullandığı olay kelimesiyle evlilik kurumunda, birbirine yabancı iki insanın aralarında âhenk tesis edebilmesindeki güçlüklerine atıfta bulunmak istiyor, ama o kadarına zahmet etmek "olayını" göğüsleyemediği için kolaya kaçıyordu. Aynı kelime gereksiz kullanışlara da konu oluyor, meselâ, "Dağcılık güzel bir spordur" cümlesi pekâlâ "Dağcılık olayı güzel bir olaydır" şeklinde söylenebiliyordu.
Olay'ı kısa zamanda "kavram" (concept) anlamında da tüketmeye başlamıştık; hazret her kelime veya kavram ile tamlanabiliyor ve yersiz kullanışı, isâbetli tasarrufunu sayıca mağlup ettiği, aynı kelimeyle birden fazla anlama gönderme yapıldığı için tez zamanda "anlamsız"laşıyordu. Vaktiyle "beğeni" kelimesini de böyle lâçkalaştırmamış mıydık? Misâl verelim:
1 Piyesi beğeni ile seyrettik.
2 Pop müzik benim beğenime hitab etmiyor.
3 Kavgacı ve hırçın üslup, toplumun genel beğenisine aykırıdır.
Bu üç cümle sırayla, aslında şu anlamı ifadeye çalışmaktadır:
1 Piyesi takdirle seyrettik.
2 Pop müzik benim zevkime hitap etmiyor.
3 Kavgacı ve hırçın üslup, toplumun genel tercihine aykırıdır.
Buradaki temel yanlış, kelimeleri İsviçre çakısı gibi çok iş gören tarzda anlamla yüklemektir. Bu dilin gelişmişliği ve zenginliği, küçük anlam farklarını ayırd edecek ve bütün insanî halleri tasvire yetecek şekilde geniş bir nüanslar ıskalasına sahip olmasıyla, hatta eş anlamlı "müterâdif" kelimelerinin bolluğu ile ölçülür. Beğeni ile "takdir, zevk (gusto), tercih, üslûp, tarz, övgü, hayranlık, sevgi" gibi farklı lezzet ve yapılara sahip kelimeleri karşılamak Türkçe'yi zayıflatıyor.
Söylem kelimesinin gerçek anlamı: Discourse
Yeniden "söylem"e dönelim; acaba sayın Başbakan yukardaki cümlede kullandığı bu kelime ile hangi anlamı murâd etmekteydi? Garâbet şurada; Başbakan bu cümlede "üslûp" anlamını kasd etmişti ama "söylem", sözlük karşılığı itibariyle üslub'a denk düşmemektedir. İkinci garâbet ise bu kelimenin sözlükteki anlamına dahi ihânet halinde bulunmasıdır. Söylem kelimesi Türkçe'de, İngilizce "discourse" kelimesi yerine ikame edilmeye çalışılmıştır. Discourse veya "diskur", karşılıklı konuşma, mükâleme, muhavere, söz, hitâb, nutuk" anlamına geliyor. Diskur'un fiil halindeki tasarrufu ise "söylemek, hitab etmek" demek. Üçüncü garâbet şurada ki, diskur'un sözlük karşılıkları bile "söylem" kelimesinin Türkçe'deki tasarruf amacıyla tam mânâsıyla örtüşmüyor; biz bu kelimeyi yine İngilizce'deki "discourse" ve "rhetoric" kavramlarının karışımını kasdederek kullanıyoruz, yani, bir kişinin veya kurumun söz, hal ve hareketlerinin teşkil ettiği bütünün anlam ve üslûbu. Meselâ "Ecevit'in siyâsi söylemi barışçı ve uzlaşmacı esaslar üzerine binâ edilmiştir" cümlesinde "söylem" kelimesi doğru anlamıyla mutabakat halindedir fakat "Bugünkü söyleminizden bir anlam çıkarmak mümkün olmuyor" cümlesindeki tasarruf yanlıştır.
Galiba "söylem"i türetenler, "eylem"den ilham almış olmalılar. Eylem kelimesi, "eylemek, fiilde bulunmak, yapmak" fiilinin isim haline getirilmesiyle türetilmiş, karşılığı sâbit ve mazbut, başarılı bir kelime: Kısaca "fiil, fiiliyat" demek. Nitekim bu kelimenin yanlış kullanıldığına şahit olunmuyor. Söylem, aynı mantıkla "söylemek" fiilinin isim hali. Aynı mantık basamaklarını takib ederek söylem'in anlam itibariyle "söylemiş olan, söylenen" mânâsı ile karşılanması gerekir ama gündelik konuşma esnasında bu kelimeyi doğru yerde ve doğru anlamıyla tasarruf etmek için mütevazı ölçülerde bir dil bilgisi ihtisasına sahip bulunmak gerektiği açıktır.
İngiliz'in aklı yok muydu?
Şimdi şu suali sormanın yeridir; "söylem" kelimesi hangi ihtiyâca binaen türetilmiş ve tedâvüle sokulmuştur? Bu ülkenin başbakanı bile sırf yeni olduğu düşüncesiyle tasarrufu hayli müşkül olan bu kelimeyi yanlış kullanıyorsa, o kelimenin başarısızlığını teslim etmemiz gerekiyor. Söylem'in "hitâbe, hitab, söz, muhavere, fikir, üslûp, yaklaşım, tarz, mükâleme" gibi farklı kelimeleri tek başına karşılaması ve âdeta "joker" gibi anlamla örtüşmek yerine ikame için tercih edildiği gerçeği, Türkçe'nin uğradığı belânın niteliği hakkında fikir vermeye kâfidir. Diskur kavramına Türk dilinde tek kelimeyle karşılık aramak gayretinin başarısız olduğunu kabul etmeye mecburuz. Ben, bu gibi durumlarda mânâsı belirsiz, türetilmiş Türkçe karşılık yerine başka dillerden de alınmış olsa kelimenin aslının tasarrufundan yanayım ve "diskur" kelimesine ihtiyaç duyduğum yerde diskur kelimesini tercihten kaçınmıyorum çünkü söz tasarrufundan ilk maksat, mânânın aslına sadakatle iletilmesi ve istenmeyen anlamların dışarda kalması gayesine hizmet edebilmesidir. Bu noktada "öztürkçecilik" ısrarını taassup olarak nitelendiriyorum. Yabancı dillerden alınmış bir kelime kullanmak, mânâsı muğlak bir türetilmiş kelimeyle anlamı karmaşıklaştırmaktan daha iyidir.
Düşünmelidir ki İngiliz dili vaktiyle aynı cinsten bir taassuba saplanmış olsaydı bugün bir "dünya dili" olmak yerine, konuşanı ve yazanı kalmamış arkaik Kafkas dillerinin âkıbetine mahkûm olacaktı.
Yanlışı bile farkedememek
Artık maalesef râyici kalmamış eski lisânımızda bu kabil yanlışlıkların "galâtı meşhur" haline gelmesi mümkün değildi; yanlış tasarruf hemen farkedilir, göze batar ve ikazla tashihe uğrardı. Eski lisânın müterâdifleri kadar yakın anlamlı kelime kadrosu da geniş olduğu için anlam nüansları kolaylıkla ifâde zemini bulabilmekteydi. Aynı kelimeyi müteaddid anlamlara gelecek şekilde kullanmak lisânın kudretine değil zayıflığına işarettir; "Şey" ve "yâni" kelimelerinin bu kadar yaygınlaşması ve neredeyse her konuşma cümlesinin içine girmesi, Türkçe'nin dar kadrolu bir kabile lisânı haline geldiğini ikaz ediyor.
Yanlışı bile farkedemez hale gelmişiz: Yoksa vaktiyle kelime katliamına hatta "jenosid"e tevessül edilmesinin gerçek hedefi bu muydu diye düşünmeden edemiyorum.