Sevgili arsız PKK!

Takvime baktım az önce, Kasım’ın 7’sine gelmişiz. Havalar yüzünü astı, ee kış kışlığını yapacak elbet. Bizim oralarda 29 Ekim, Cumhuriyet bayramına ilâveten sobaları kurma ve ve tüttürme vaktidir.

Düzdekine soba kurdurup kalorifer yaktıran kış, dağda kim bilir ne hoyratlıklarla hükümfermâ oluyordur?

Fazlaca merakı mûcib bir durum değil; bir kısım medyamızın yüksek vicdanlı, ultra duyarlıklı, alabildiğine insaniyetçi ve inadına hümanist yazar ve editörlerinin hâs-ı mahbûbu PKK’nın hâl ve hareketlerine bakarak dağlarda kış mevsiminin nasıl geçtiğini kestirebiliriz; tek kelimeyle soğuk ve yağışlı!

Öyleyse düzde eylem zamanıdır. PKK, sıcak ve dağda barınmaya elverişli uzun yaz günlerinde karakol basarak, askeri birlikleri pusuya düşürerek, yol mayınlayarak, sabotaj yaparak, asker-sivil ayırmadan cana kıyarak, okul yakıp kepenk kapattırarak “Askerî bir edâ” ile sürdürdüğü terör sezonunu, güz mevsimi girince Gandhivârî sivil ve pasif bir direniş eylemiyle zirveye taşıdı ve başarıya ulaştı. Açlık grevi eylemiyle örgüt, Türk basınındaki kredisini tazeleme ve genişletme imkânı da buldu; büyük destek gördü. Hükümet başlarda direnç göstermeye çalıştıysa da yelkenleri suya indirdi. Kanaat imparatorlarının propaganda gücünü kabullendi.

Açlık grevini dâhiyâne bir eylem şekli olarak tasarlayanlar, önemsenmesi gereken bir psikolojik üstünlük kazandılar. Dağda silahla ve zorla savunup ulaşamadıkları hedeflere, muhtelif cezaevlerinde örgütün rehini gibi yaşayan gariban eylemcileri bir nevi intihar eylemine yönlendirerek vâsıl oldular. “Yazıktır bu çocuklara, ölmesinler” diye vicdan geliştiren yazar takımı, PKK’nın hapishanelerde demir disiplin altında tuttuğu mahkumları öne sürdüğü eylemi ahlâkî açıdan eleştirme cesareti gösteremediler; PKK’ya mazlum, mâsum ve son derece haklı ve basit demokratik taleplerde bulunan bir insânî cemiyet muamelesi yaptılar.

Ünlü bir romancımızın eylemciler hakkında, “İstedikleri yapılmayacak şeyler değil. Ben kendi adıma iktidar partisi isterse olur diye düşünüyorum” diye vicdâni egzersiz yaptığı dakikalarda 100 kiloluk patlayıcı ile polis aracını hedef alan PKK, yoldan geçen 11 yaşında engelli bir çocuğun ölümüne sebep oldu. Devlet söz konusu olunca rahatlıkla, “Teröristlerin taleplerini kabul ediver” diyebilen şu aydın (!) takımının, teröristleri bodoslamadan kınamak noktasında kırk dereden getirecek su bulabilmesine ad bulamıyorum.

Aydınları-maydınları boşverelim en iyisi, direnişçilerin taleplerine bakalım; bu taleplerin hepsi de Meclis’te rahatça seslendirilen, basında tartışılan, hükümetin esasen çözümü için inandırıcı adımlar attığı mevzulardı. Niçin böyle profili düşük bir talep listesi tanzim edildiği üzerinde kafa yoralım ve görelim ki, zaten kamuoyunun büyük oranda evvelce rıza gösterdiği talepler, PKK açısından hayli zararlı geçen hareketli bir yaz terör kampanyasını iyi bir finalle taçlandırabilmek için özellikle mâsum ve düşük profilli maddelerden ibaret tutulmuştu. Grev olmasaydı bile yakında bazı talepler zaten kanunlaşacaktı.

Taktik tuttu; Türk basınının ve saf intelijansiyasının haylice bir kısmını yedekleyen terör örgütü, 1984’den bu yana en yüksek kredilendirme notunu kazandı: Önümüzdeki yıl sevgili arsız PKK, Nobel barış ödülü adayıdır!

Dağda ve düzde canı pahasına terörle mücadele eden güvenlik güçleri de yakında “Bu kirli savaş bitsin” diye açlık grevine başlarlarsa da hiç şaşırmayacağım ve şu fıkrayı hatırlayacağım: “Baba bir hırsız tuttum!”, “Buraya getir oğlum”, “Bırakmıyor ki baba!”


Kaynak (Arşiv)