Şereftir şeref
Öğrencilere burs vermek veya vekâletle kurban kestirmek gibi tabii ve gelenekli hayır işlerinin de teröre yardım kapsamına sokulması, intikamcı takımı bakımından bir şeylerin dibe vurmakta olduğunu işaretliyor. Gayz, hınç, kin veya nefret o kadar derin ve büyük ki, biraz variyetli insanların ‘sadaka-i câriye’ diye verdiği hayır yardımları bir numaralı suç unsuru haline getirildi.
Ayıptır, günahtır, halk tabiriyle, ‘Allah’ın gönlü’ne güç gelecek işlerdir. Böyle ‘operasyon’lara emir verenler yarın Hakk’ın divanında bunun hesabını veremezler.
Herkesin dikkatini çekerim; soruşturulan ve suç delili sayılan şey, sonuçta sadakadır. Hz. Ebubekir hilafetinin ilk aylarında (Ridde savaşları diye bilinen sıkıntılı günlerde), “Ey Ebubekir, bizler Müslümanız, fakat zekâtımızı kendi mahallimizde sarfetmek isteriz.” diye itiraz eden dönek kabileleri, “Vallahi, Resulullah’a verdiğinizi, bir deve yuları dahi olsa tahsil edinceye kadar sizle mücadele edeceğim.” diyerek zekâtın önemini vurgulamış ve cebren tahsil etmişti; bugün sadaka vereni hapse koyuyorlar.
15 asır sonra zekât ve sadakayı terör sebebi saymak, zamane padişahlarına düştü. Ne terakkî ama!
Sadaka yahu sadaka… bildiğiniz zekât veyahut kim kurban parası. Gizli-saklı da değil; banka havalesiyle yapılmış. Ayakkabı kutularına destelenip paragöz vekillere harçlık edilmemiş, yolsuzluktan üretilmemiş, rüşvetle kazanılmamış, mîrî malından kırpılmamış, bilakis ana sütü gibi ak ve temiz helal kazancın tezkiyesi…
Burada tekbir getirilir işte, tam yeridir: Allahuekber!
Gazeteler, ‘Ak sakallı dedeyi tutukladılar’ başlığıyla vermiş fotoğrafı. “Sivas’taki nefret operasyonunda fakir öğrencilere burs veren 75 yaşındaki A. D. de vardı.” diye yazmışlar altına. İsminin baş harflerini koymaya, hakikaten yüz kızartıcı bir cürmü varmış gibi rumuz koymaya hacet yok; Sivaslılar o fotoğrafı da, o insanı da gayet iyi tanırlar: Abdullah Döner.
Abdullah Döner’i 40 seneden beri tanırım. Gazetelerdeki fotoğraflarında göründüğü üzere gibi onurlu, ehl-i namus ve istikamet sahibi bir adamdır. Benim şahitliğime de ihtiyacı yok aslında. Şehrin kalburüstü zevatından kimi çevirip sorsanız aynı şeyi söylerler…
Abdullah Döner, hepimizin de aralarında bulunduğu binlerce, yüzbinlerce kişi gibi yıllardır hayır işlerine can-ı yürekten hizmetiyle maruf dürüst bir insan. Böyle bir cürümle (!) hapse konulmak hem onun, hem aynı furyada nâhak yere incitilmiş onca hayır sahibi için zül değil şereftir ve evlatlarına bırakacakları en temiz hatıradır.
Devletin bu büyük cürümden yeni haberdar olması da ayrıca pek garip; bildiğim kadarıyla işyeri, emniyet müdürlüğüne sadece 100 metre mesafedeydi.
‘Hiçbir başarı cezasız kalmaz’ genellemesinin Türkiye’de tecelli etmesi ne acı: İpek grubu, Boydaklar, Bankasya, Feza Gazetecilik ve en son Dumankaya gibi uluslararası marka değerine ulaşmış kuruluşların cezalandırılmasını, sektör arkadaşları sadece seyrediyor. İtaatsizlik ederlerse bir talimatla bir hamlede terör kapsamına konulup tutuklanacaklarını biliyorlar çünkü… Adam gibi üretmesini bilmeyenler için, gözünü hep kamu gücünü istismara, kamu ihalesinden ondalık almaya, rant kollamaya hasredip de bunun adını ‘ganimet’ koyanlar için başkalarının helal kazancına göz dikmek kadar kolay şey yok. Haramiliği masallardan bilirdik; bunların sayesinde modern (ve İslami!) versiyonlarını da gördük.
Hale bakınız: Şikeci, rüşvetçi, darbeci, haysiyet celladı ve zalim olmak varmış günün makbulü sayılmak için. Karakterin kor ateşle sınandığı bir dar kapıdan geçiyoruz. Aman hamiyyet, aman metanet, ille de Mehâfetullah!