Sen neymişsin be günlük?
Sevgili günlük, son bir haftada hükûmetiyle, basınıyla, yazarıyla, politikacısıyla ülkenin suyu çıktı desem yeridir. Hangisinden başlayalım?Hafta ortasıydı galiba; İzmir’de yolsuzluk yapıldığına dair bir haberle uyandık.
Hemen saate bakıp bir kenara not ettim. İkindi’ye kalmadı, araştırmada görev alan polislerin görevden el çektirildiği haberi düşüverdi. Yeniden saate baktım ve “Hmm, gelişme var, ikinci dalgaya göre daha çabuk davrandılar bu defa” diye gülümsedim.
Zavallı emniyetçiler; görevlerini yapsalar bir türlü, yapmayıp kulak üstü yatsalar bir türlü.
Niçin diyeceksin, izah edeyim sevgili günlüğüm.
Meselâ geçen yılın nisan ayında bizim eve sabaha karşı hırsız girdi (Bu arada, haklarında henüz kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığı için hırsızlara gerçekten hırsız deyip dememem gerektiği hakkında tereddüd ediyorum. En iyisi “hırsız zanlısı birtakım kişiler” demek galiba!)
Evet, hırsızlık zanlısı arkadaş girmiş balkon kapısından ve telefonumla araba anahtarını alıp sıvışmış. Sabaha karşı uyandım, evin içinde yeller esiyor, aa, balkon kapısı açık; askılıkta ne kadar elbise, pardesü, ceket varsa cepleri tersyüz edilip mutfağın ortasına yığılmış.
Başıma geleceği bildiğim için ilçe emniyetini arayıp hiç rahatsız etmeyim dedim lakin öğleden sonra araba anahtarının yenisini yaptırmak için servisine başvurup hayli okkalı bir fiyatla karşı karşıya kalınca, kaskodan istifade etmek için zabıta tutanağı gerektiğini söylediler.
Uzatmayayım; telefon ettik, görevli arkadaşlar geldi, keşif yaptılar, “Hırsızlık zanlısı birtakım yurttaşın” balkondan girdiğini söylediler, eh, o kadarını biliyorduk zaten günlükçüğüm. “Geçmiş olsun, gelişme olursa biz size haber veririz; siz bu arada kapıya pencereye sahip çıkın” deyip gittiler. Tutanak için ertesi gün emniyete gitmem gerekiyordu vesaire...
O gün bugündür ses seda yok günlük; beklemiyorum da zaten. Herhalde önemli bir şahsın evine “hırsız zanlısı” girse 9 aydan beri birşeyler olurdu ama bir gelişme olmadı.
Polisi bu hadisede görevini yapıp, hırsız zanlısını bulamadığı için eleştirdiğimi sanıyorsan yanılıyorsun sevgili günlük. N’aapsın emniyetçiler, görevlerini yaptıklarında bile yukarılardan gelen yıldırım emirle haşlanmaktan, sürgüne uğramaktan, sanki yaramaz çocukların tek ayak üstüne bekletildiği ceza yeriymiş gibi polis okullarına tayin edilmekten kurtulamıyorlar.
N’aapsın sevgili günlük bu polisler; görevlerini yapsınlar mı, yapmasınlar mı, artık bir karar verelim değil mi ama?
Bu arada başkaca komik şeyler de oldu sevgili günlük. Yine geçen hafta müzevirliği ile şöhret bulmuş bir internet sitesinde dikkat çekici bir başlık gördüm, şöyle diyordu: “Başbakan’ın danışmanları gazetecileri arayıp diyor ki, Paris cinayetlerini cemaat yaptı!” Altında da “Bunu hangi cemaat yazarı söyledi?” diye kışkırtıcı bir başlık!
Bu satırları hatırlıyor musun günlük? Hatırlamazsın. Biraz daha okuyunca hatırlayacaksın ama. Geçen hafta bu sayfalarda, seninle paylaştığım yazıdan alıntılar... Hem de uzun uzun! Yok çarpıcı iddialarda bulunmuşumuz da, yok Cemaat-hükümet gerilimini yorumlamışımız da, yok danışmanları eleştirmişiz de...
Yav günlük, ne cevherler varmış sende; vay vay vay!
Meşhur oldun günlük, haberin yok. Keskin gazeteci geçinen müzevir siteciler durumdan vazife çıkararak patlatmışlar bombayı. Nasıl olsa bu gibi internet sitelerinde yazarların yazılarından alıntı yapmak bedava. Otur masa başında, kes-yapıştırla haber üret, ay sonu al maaşını arslanlar gibi...
Bir yandan gülüyor, öte yandan acıyorum müzevir siteci arkadaşlara. Sadece seninle bölüştüğüm, sana emanet ettiğim sırlarımı bir Şerlok Holms hafiyesinin külyutmaz nazarlarıyla açığa çıkarıp barut gibi gazetecilik yapmışlar.
Hele hele yazarlara kendi kafalarına göre puan verip “Cık cık cık; kaybetti” veya “Aferin be, kazandı” diye bol keseden puan veren sitelerin halini bir bilsen, acırsın...
N’aapsınlar günlük; ekmek
parası...
Her neyse...
Sevgili günlükçüğüm, bilirsin yufka yürekliyimdir, üzerime vazife olmasa bile birilerine iyilik etmekten geri duramam. Düşündüm, taşındım, dedim ki, şu arkadaşlara bir kolaylık göstereyim.
Bu sütunları her hafta okuyanların bile çoğu bilmez, belki adını bile duymamıştır ama geçen sene itibarıyla bu köşede yayımladığım yazılardan (pardon şook şook şook haberlerden) seçmeler ihtiva eden bir kitap yayımladım.
Ne o, hemen kaşların çatıldı; ne yaptık günlük?
Ha, anladım, “Reklama girer” diyorsun, “Kötü yazar, bilmezliğe getirip kendi kitabının reklamını yapar” diyorsun, “Sana yakışmaz üstad” diyorsun...
Reklâm sayılmaz ki bu günlük; bir nevi tanıtım faaliyeti, say ki halkla ilişkiler çalışması; üstelik müzevir sitelerde ekmek parası derdindeki zehir hafiyelere fevkalade yardımı dokunacak esaslı bir kaynak...
Adı “Neşeli Kitap”
Özelliği ise ele alınan konuların, geçen haftaki “Bir yandaşın gizli günlüğünden” yazısında olduğu gibi tamamen hayâlî, Frenkçe tabirle “Fictive”, yeni Türkçeyle “kurgu eseri” yazılar olması ama okunduğunda sanki “ortam dinlemesi” zabıtlarından alınmış gibi bir hava aksettiriyor.
Muhtevası hayli politik sayılır. Eğlenceli, memleket gündemini ve başlıca aktörlerini hafiften çimdikleyen ve dikkat et günlük, tamamen hayâlî yazılar.
Bu kitabı, dedikoducu ve masabaşı habercisi internet sitelerinin çaresiz editörlerine bir başucu kitabı olarak tavsiye ediyorum. Söz, para-pul istemem; yazıların kaynağını vermek namuskârlığını göstersinler kâfidir!
Ama öyle “paat, güüm, zoonk, fılaşşş” diyerek okuyucuyu yanıltmak, “Cemaat yazarından önemli açıklamalar” diye komik duruma düşmek yok. Edebinizle, adam gibi iktibas edecekseniz kitap orada (Kapı Yayınları). Aslında kitaptan birer tane bu çaresiz editörlere imzalayıp hediye etmek isterdim ama mevcudu bende de kalmadı ne yazık ki, fakat aranırsa bulunabilir kanaatindeyim. Okur eğlenirseniz bu arada, kültürel gelişiminize katkıda bulunması da cabadan!
Yaa, işte böyle günlük. Güyâ aramızda kalacaktı, seninle benden başka kimse okumayacaktı bu satırları. Şöhretin bedeli ağır azizim.