Sen ne imişsin Dünya Bankası?
Gazetelerden birinde ilginç bir haber dikkatimi çekti; hayli yüksek rütbeli kamu görevlilerinden birinin kızı Dünya Bankası'nda çalışıyormuş. Dünya Bankası Türkiye Temsilciliği'nin dış ilişkiler bölümünde görevli olan bu hanım aynı zamanda bankanın başkan yardımcısının da sağ kolu mevkiinde imiş. Bu haberi okuyunca, hükümette halen bakan olarak görev yapan bir siyaset adamının kızının da Dünya Bankası'nda çalıştığını hatırlayıverdim; galiba bu hanım da şimdiki hükümetin büyük ortağı Sayın Kemal Derviş'in yardımcısı olarak memlekete nakl-i mekân etti.
Bunlar gazete haberleri; bazı haberleri yan yana getirince ilginç yorumlara kapı açılabiliyor. Meselâ 12 Mart ertesinde kurulan Nihat Erim başkanlığındaki teknokratlar hükümetinin ekonomiden sorumlu bakanı da Dünya Bankası'ndaki görevini apar topar bırakıp memleketi ıslaha koşuşturmuştu. Rahmetli Turgut Özal da Dünya Bankası menşe'li, sayın Kemal Derviş de. Ben sıradan yazar olmayıp da "araştırmacı gazeteci" olsaydım şu Dünya Bankası işini enine boyuna masaya yatırır, en az bir hafta sürecek bir yazı dizisi hazırlardım. Kuruluşundan bugüne Dünya Bankası'nda çalışan Türkler kimlerdir; bu Türkler bilahare Türkiye'de hangi görevlerde bulunmuşlardır; bu görevliler menşe itibaiyle ilginç bir öbekleşme göstermekte midir? Dünya Bankası'nda vaktiyle çalışıp da daha sonradan kendi ülkelerinde politik mevkilerde veya yüksek karar mekanizmalarında görev alanlar var mıdır? Ve en merak uyandırıcı sual: Dünya Bankası, görünürdeki fonksiyonlarına mukabil aslında hangi gayeye hizmet etmektedir; bu bankanın tâlî kademelerinde işe alınan yabancı uyruklu veya menşe'li kişilerin istihdamında ileriye dönük herhangi bir hesap sezmek mümkün müdür? Basın dünyasında zehir gibi kabiliyetli, gözü açık, meslekî sezgiye sahip gençler var; "araştırmacı gazeteci" filan olmadığım halde benim bile zihnime takılan bu sualleri, en azından bu haberleri yapan muhabirler ve onların editörleri elbette zihinlerinden geçirmişlerdir. Öyleyse niçin Türk toplumunun Dünya Bankası hakkında etraflı ve derinliğine haber alma hakkı, temsilci sıfatıyla Türk basını tarafından kullanılmamaktadır? Halbuki "menşe' avcılığı" Türk basınında pek gözde bir uzmanlık dalıdır. Hele içlerinde biri var ki, bütün dikkatini aktüel hadiselerin ve kişilerin tarihteki uzantılarını tedkike hasretmiş durumda; meselâ gündemde uyuşturucu iptilâsı varsa bilirsiniz ki ertesi hafta "Osmanlı saraylarında afyon macunu nasıl yutulurdu?" yollu bir yazısı yayınlanacaktır!
Kemal Derviş'in Türkiye'ye "kesin return" yapması, o sersemletici şokun hemen akabinde cereyan ettiği için, hükümetin ortakları da dahil, hiç kimse bu "tavzif"in şekli ve üslûbundaki garâbeti fark edemedi fakat baştan sona yanlış, incitici ve izzetinefis örseleyici bir tarafı vardır bu "tavzif"in. Sürüklenme hâleti içinde baktıksa da göremedik. On, yirmi, elli sene sonraki tarihçilerin bu hadiseyi nasıl değerlendireceklerini tasavvur ettikçe yüzümü ateş basıyor.
Biz ki, Amerikan vatandaşı olduğunu vaktinde açıklamadığı için halkın oyuyla seçilmiş bir milletvekilini parlamentomuzdan atacak derecede milli hassasiyet gösteren bir siyasi iradeye tâbiyiz; o meselede anafikir doğru, üslûp yanlıştı ama bugün, ömrünün kısm-ı âzâmını Dünya Bankası'na ve bilvâsıta Amerikan hükümetine hizmetle geçiren bir insanı, lâhzada hükümetin üstüne koymakta mahzur görmedik.
Ey Dünya Bankası, bizler seni banka derûnunda külçe altın ve Amerikan Doları rezervleri bulundurduğunu zannederdik; meğer "insan"a yatırım yapmakta imişsin; imdi o münbit "fidelik"lerinde kimler, hangi zamanlar için rezerve edilmektedir acaba?