Sen kaç yiğidim; ben bunları oyalarım!
Mühim ve etraflı bir insanlık meselesini 3 bin 500 vuruşta hallediyorsunuz; demir leblebi, çelik bilye gibi bir şey oluyor ve hâliyle okuyucunun bir kısmı anlamıyor.
Son derece kesîf, konsantre bir analiz olabilir fakat kuzum, bunu biraz hafifletmek, tabir caizse sulandırmak lâzım. Bu defa "Şu dâr-ı dünyada basitleştirilmeyecek büyük fikir yoktur" düsturuna uyarak, sıkıştırılmaktan bir atom reaktörü haline gelmiş fikrinizi sadeleştirme ameliyesine tâbi tutuyorsunuz. Okuyucu bu defa anlıyor, fakat yanlış anlıyor. Yanlış anlaşılmak, hiç anlaşılmamaktan yeğdir bence!
Her büyük yazarı zaman zaman uğraştıran fikrî ve teknik meseleler bunlar. Biraz matbuat bıdıbıdısı yapalım; ağır mevzulardan sıkıntı geldi.
A, evet, işte şirin bir konu. Genç yazar elinde kola kutusu ve Zaman gazetesiyle havaalanında güvenlik kapısından geçiyorken ne olmuş dersiniz? Doğru cevap kola kutusu öttü olmalıydı ama hayır, güvenlikçi arkadaş, genç yazara acı acı baktıktan sonra, "Hem Zaman okuyonuz, hem de oruç yiyonuz" makamında bir serzenişte bulununca yazar arkadaş derdini bize dökmeye karar vermiş. E, havaalanı baskısı bu azizim! Vallahi öyle. Şurada çatır çutur oruç yiyoruz kimse aldırış etmiyor ama cebine bir Zaman gazetesi koyunca kaşlar kalkıveriyor, "Yakışıyor mu hacı, ayıp ayıp!"
Nedir bu Zaman gazetesinden çektiğimiz arkadaş, nedir?
Mâlumunuzdur, polemiği sevmem; bu yüzden yazar adı zikretmeyi de sevmem. Bir hanım gazetecinin -kendi tabiriyle- hevesi kaçmış, yazarlığa kendi rızasıyla son verirken dokunaklı bir esbab-ı mucibe lâyihası kaleme almış. Diyor ki, (özetledim) yaptıkları haber veya fikirleri yüzünden zulme uğrayan her tıynetten gazetecilerin sayısı azalmak yerine artarken, basın hürriyetine müdahale olağanlaşırken, tek işi gazetecilik olanların hevesi kaçmasın mı idi?
Karşıdan bakılınca "Helal be sana" dedirten bir çıkış; hem izzet ü ikbâl kalemini bırakıp bağ budama bıçağını alıyorsun, aynı anda öteki elinle hükümete çakıyorsun! Fevkalâde rantabl, şık bir hareket ama şu işte biraz olsun gösteriş endişesi yok mudur arkadaşlar? Uçak piste konduktan sonra, ben zaten yere inecektim, bu havayollarını da sevmem demek başka şey, uçaktan paraşütsüz atlamak daha başka. Yıllarını verdiği gazetesinde, çoğuna âmirlerinin sebep olduğu ve bizzat tezgâhladığı medya linçlerini seyrettikten, kıyâmet gibi insan hakları ihlâllerine şahit olduktan sonra emekli olurken dramatik bir nutuk vermek, doğrusu hiç de iyi bir final değil. Zihinde yapmacık bir tesir bırakıyor. Durumu dramdan komediye doğru sürükleyen şey ise, yine yıllarca bu gazeteci hanımın amirliğini yapan kişinin onu giderayak "Aferin iyi çaktın" yazısıyla uğurlamasıydı. Basınımızda kendisinden en çok bahsedilen ve iktibas edilen kişi olarak şöhret yapan bu eski amirin yazısı unutulmaz mesajlar ve nüktelerle yüklüydü ve sözü döndürüp dolaştırdıktan sonra, "Keşke daha çok ileri demokrasimiz olsa"ya bağlaması, 2011'in en iyi esprisiydi. Resmen koptum. Braveheart filminin son sahnesini seyreder gibi oldum; o esnada zafer borazanlarının sesini duyduğuma yemin edebilirim. Bir bayrak göndere çekiliyor, bir kahraman can veriyordu sanki; tüylerim diken diken oldu, hamâsetim nüksetti, müthiş gaza geldim. Mesleğe yıllarını vermiş usta bir gazeteciyi, tam da kendini emekliye ayırırken bir basın hürriyeti manifestosu yazmaya iten hayın, hoyrat sebepleri düşündüm, yüreğim kabardı. "Dayan yiğidim, yettim" diye nâra atasım geldi, veya "Ben bunları oyalarım yiğidim, sen kaçıp kurtulmana bak; ama bir ara intikamımı almayı da unutma!"
Bana kalırsa, son zamanlarda mâruz kaldığımız sıcak hava dalgasının tesiri ile izah edilebilecek bu minvaldeki garip yazıların gerçek sebebi, YAŞ toplantısının cereyan tarzıdır. Farkındayım, yine ağır, anlaşılması zor bir cümle kurmak zorunda kaldım. Siz bunu, tavşanı tokatlamak isteyen arslanın, başkaca bahane bulamadığı için "Nerede senin şapkan?" diye azarlamasına benzetebilirsiniz.
Madem moda, ben de atlıyorum havuza: Bu ülkede basın hürriyeti yok arkadaş; aklımdan geçen her şeyi yazamıyorum, hükümet bir çaresini bulsun veya istifa etsin.