Sen gidersen kendimi intihar ederim sayın başkanım
Bu kadar sâdedil olmamayı ne zaman öğreneceğim; inanmazsınız, seçim gecesi saat on sularında kapıldığım yüksek takdir duyguları yüzünden neredeyse ağlayacaktım,
"Helâl olsun bre; icraatından bir şey anlamadık ama final yapmayı biliyor bu adam; bu millet ölmez arkadaş!
Mesele nedir, biz de anlayalım derseniz izah edeyim; seçim akabinde genel başkanlıktan ayrılarak partilerini yeniden yapılandırmaya karar verdikleri intibaını veren liderlerin davranışından bahsediyorum. Saf vaziyetindeki ben oluyorum burada, akıllı olanlar ise onlar.
Fatih Terim bile çarşamba gecesi aynı taktiği uyguladı, ben yine uyanamadım: Alı al, moru mor, yüzündeki bütün çizgiler takallüs etmiş ve yine ellerini koyacak yer bulamıyor,
"Bu yenilginin tek sorumlusu benim, derken, aslında şöyle demeye getiriyor: "Bu kadar vahim hatalar silsilesini ancak benim gibi çok güçlü bir insan yapabilirdi!" Bu nasıl bir hâlet"i rûhiye, arkadaşı yok mu bu insanların? İyi arkadaşları olanlar bu kadar gerilime kapılmazlar, tekebbür de edemezler.
"Her şeyin sorumlusu benim, yakındaki kurultayda aday da olmayacağım!
E, içinde bir nebze olsun centilmenlik hissi taşıyan herkes, böyle bir teslim kararının ardından silahlarını kılıflarına koyar ve rakibine saygı duymaya başlar; "tamam yenildim, gidiyorum, üstüme fazla gelmeyin" diyen birinin üstüne gidilmez.
Bir, üç, beş; aa, baktık ki giden gidene; saf yayın müdürleri manşeti patlattı: "Merkez sağda deprem, herkes gidiyor, büyük dönüşüm!" Yayın müdürlerini suçlamıyorum, kısacık demokrasi tarihimizde böyle kaç babayiğitlik gösterilebilir ki? Hepimiz heyecanlandık, hatta benim gibi sâfiyeti yüksek olanlar "bugün şâdım ki yâr ağlar benim içün" bercestesini zihinlerinden geçirerek burunlarını çektiler, kimi de Nâmık Kemâl'in, "Görmeden ölürsem millette ümmid ettiğim feyzi / Yazılsın seng"i kabrime vatan mahzun ben mahzun" beyti fehvâsınca "müsterih ölebilirim çünkü memleketim, seçim kaybettiği için tacını tahtını gözünü kırpmadan terk eden büyük centilmenler yetiştirmiştir" ara gazına kapılarak duygulandılar.
Milletçe kapıldığımız vecd ü istiğrak hali hâlâ devam ededursun, iki gün geçmeden oyunun ikinci perdesi sahne almaya başladı bile,
"Ne demek sayın genel başkanımız, estağfirullah, hata sizde olamaz; siz ki hatadan münezzehsiniz, kabahatin tamamı bizdedir. Binaenaleyh, karadır kaşların sürmeli değil / Bizi öldürmeli döğmeli değil, vezninden meyancılıklara başladılar,
"Hayır, bırakın gideceğim, halkıma söz verdim,
"Ama sen gidersen biz kendimizi intihar ederiz!
"Öyleyse bi düşüneyim, nasıl olsa vakit var hele...
"En büyük baaşkan... Bizim baaşkan!
"Yapmayın ayıptır, bakın ağlatacaksınız beni...
"Bizi bırakıp da nerelere gidiyorsun başkanım...
"Peki peki, bir toplantı yapalım bakalım, çağırın arkadaşları...
"Yaşasııın...
..
Gitmeyecekler, zaman geçip yaralar soğudukça nasıl olup da "başaramadık, gideriz, meraklısı değiliz" havasını verdiklerine pişman oluyorlar ama "hamd olsun" mekanizma çalışıyor; yakın çevrede, "ne demek gitmek, bizi çiğnemeden nereye gidersin kurban olduğum genel başkanım" goygoycuları eksik olmuyor. "Tabii canım, gideceğim dedimse hoop diye gidiyorum demedim; partiyi ve davayı sağlıklı bir şekilde yarınlara emanet etmek için görevlerimizi yerine getireceğiz, gideceğim dedimse sorumluluklarımızdan kaçacağım demedim; biz bu partiyi yolda bulmadık, bu davaaa..."
........
Hele gündem değiştirecek birkaç gelişme daha yaşansın, hele üç gün aynı mesele üzerinde yığılmaktan yorulan ma'şeri hâfızamız biraz daha oyalansın, hiç lâfı bile edilmeyecektir.
......
Hatırladınız mı, vaktiyle yine birisi çıkıp, İlksan yolsuzluğu ile ilgili olarak "verdim; verdimse ben verdim, n'oolmuş yani?" demişti de iftiracılar, hasetler verecek cevap bulamamışlardı.
Nasıl taktik ama? "Bir haftalığına iyi taktik doğrusu" diye düşünüyorum ben ve bizim siyasi hayatımızda bir hafta az"buz şey değildir.