Selîm bir kalp, Somali ve biz

Takriben üçte biri dünyanın en kurak ve ölümcül çöllerinden oluşmasına rağmen Afrika, dünyanın en renkli, en bereketli ve hayat dolu anakarası. Tabii kaynaklarıyla sadece kendini değil, başka kıtaları da besleyebilecek durumdaki bir kıtanın açlık kavramıyla neredeyse eşleşmesinin hikâyesini çoğumuz bilmiyoruz.

Önce siyasi hudutları gösteren bir Afrika haritasına göz atmak gerekiyor. Sınırların çoğu cetvelle, başkaları tarafından çizilmiş. Tarihin, tabiatın, kültürün ve geleneğin değil de beyaz adamın elinden çıkan bu dümdüz sınırlar aslında bütün hikâyeyi özetliyor: Afrika, yakın tarihte en acımasız şekilde sömürgeleştirilmiş ve geleceği çalınmış bir diyar.

Hiç sömürgeleştirilmemiş olsaydı, şimdikine oranla çok daha mutlu, huzurlu ve tok bir kıta olacağı da şüphesiz. Eğitim görmüş olanlarımız arasında bile düne kadar Afrika menşe’lilere “Yamyam” veya düpedüz vahşi gözüyle bakıldığını hatırlayınca, “Keşke hiç sömürge olmasalar ve hep vahşi kalsalardı” diyesi geliyor insanın.

Avrupa merkezli medeniyetin, –bırakınız başka renk ve ırktan insanları– kendilerine verdikleri zarara, hiçbir vahşi kabile yaklaşamamıştır bile. İki küçük örnek verelim: 1861-65 yılları arasında cereyan eden Amerikan İç Savaşı’nda siviller dâhil tam 500 bin insan ölmüştü. Bundan sadece 50 yıl sonra Avrupa’da çıkan savaşlarda ise takriben 60 milyon insan canından oldu. Bu gibi durumlarda “medenî”liğe karşı vahşi ve tabii hayatın üstünlüğünü savunan görüşler, şüphesiz çok daha saygıdeğerdir. Medenî(!) olmayan topraklarda çıkan hiçbir çatışma, bu rakamlara yükselememiştir.

Geçen hafta canımız ve gözümüz iki noktada yoğunlaşmıştı: Güneydoğu ve Somali… Somali, normal şartlarda kendine yetebilen, tabii kaynakları zengin bir ülke; fakat İngiliz ve İtalyan sömürge yönetimlerinin sona ermesinden sonra bir türlü istikrarı sağlayamadığı için şu anda dünyanın en fakir ve en tehlikeli ülkesi kabul ediliyor. Star gazetesinden Fadime Özkan’ın bir süre önce Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) Başkan Yardımcısı ve Türk-Libya Dostluk Derneği Sekreteri Prof. Dr. Ahmet Kavas’la yaptığı röportaj, Somali ve Afrika hakkında bildiklerimizin, bilmemiz gerekenler yanında utanç verecek kadar az ve yetersiz olduğunu hatırlatıyor. Okuyunca fark ediyoruz ki evet açlıkta kuraklığın tesiri vardır fakatasıl sebep güvensizlik, idaresizlik, tek kelimeyle devletsizliktir ve vaktiyle bütün dertlerin devâsı gibi görünen sömürgeci idareden kurtulmak ülküsü tek başına hiçbir şey ifade etmemektedir.

Somali, kâğıt üstünde hür ve bağımsız bir ülke; ancak kamu düzeni iflâs halinde.

Somali ile derin tarihî ve siyasi bağlarımız olmasa da fikren, vicdânen ve rûhen oradayız ve cim karnında bir nokta mesâbesinde de olsa orada varız. Eğer bir millet adına iftihar edilmesi gereken bir eylem türü varsa, onu, ramazan içinde gösterebildik çok şükür. Türk halkının incinen vicdânı Somali’deki insanlık günâhını unutmadı. Başbakan Erdoğan’ı, dönüşünde yaptığı konuşmada dinlerken gurur duymamak mümkün değildi.

Daha güzeli ve anlamlısı Türkiye’nin Somali’de kalıcı yatırımlar peşinde olmasıydı. Hayır, kapitalist mânâda yatırımla ilgisi olmayan bir yatırım bu: Yol, çöp toplama aracı, ekmek fırını, sahra hastanesi, içme suyu hattı, elektrik jeneratörü cinsinden hayatî şeyler… Hemen her evden birkaç kuruş olsun kanatlanıp uçtu Somali’ye, ekmek olsun, bir bardak su olsun diye; daha çoğunu da yapacaklarından eminim. Bu güzel duyguların hâlâ yaşıyor olduğunu görmek çok önemli.

Sayılarını bilmiyorum, önemli de değil zaten; ama oradalar işte. Toplum gönüllülerimiz, gencecik çocuklarımız, genç kızlarımız, memurlarımız, teknisyenlerimiz, hekimlerimiz, şoförlerimiz, işçilerimiz hükümetin, kamu otoritesinin bulunmadığı bir ülkede Allah rızası için insanlığa hizmet ediyorlar. Benim anladığım Osmanlılık, Türklük, insanlık, Müslümanlık, Turancılık, Fâtihlik işte bundan ibarettir ve bu noktada en yüksek ifâdesini bulur.

Biraz toparlanınca, aşılmaz zannedilen meselelerimizin pekâlâ çözülebilir şeyler olduğunu gördükçe etrafımıza rahm ü şefkatle nazar edebiliyor olmamız da çok mânidar ve güzeldir. Allah’a hamdolsun. Herkes gibi bizim de sâkin ve duru bir zihinle kendi meselelerimize eğilecek sâkin zamanlara ve özgüvene ihtiyacımız var.

Kalplerimiz Cenâb-ı Hak tarafından mühürlenmedikçe ümid kapısı hep açıktır ve çözülemeyecek meselemiz yoktur. Kelimenin tam mânâsıyla iyi bir hâlet, daima hüsn-i zan ve ahlâk üzerinde bulunmalıyız; zâlim olmaktansa zulme uğramayı tercih etmeliyiz. İkbâl ve şevket gelir, gider; idbar ve izmihlâle inkılâb eder fakat “Selîm bir kalp” gibisi yoktur.

Yarabbi, kutlu aylar ve eşref zamanlar hürmetine senden bizleri daima ve son nefeste selîm bir kalb üzre bulundurmanızı dileriz.

NOT: Bütün Aksiyon okuyucularının Ramazan Bayramı’nı tebrik ederim.


Kaynak (Arşiv)