Seçimin galibi yok!
Doğruyu bulmanın iki yolu var; ya başkalarının tecrübesini dikkate alacaksınız veya bizatihi siz kendi tecrübenizin serüvenini yaşayacaksınız; kağıt üstünde heyecan verici görünse de ikinci yol pahalı, zaman kaybettirici ve bir süre sonra insanda doğruyu bulma şevkini kırıcı bir usul. Akıl, daima birinci yolu izlemiştir.
CHP hep ikinci yolu tercih etti ve yıllardan beri lehte veya aleyhte olsun hakkındaki tenkitlere kulak tıkadı; başkalarının tecrübesine kendini kapadı ve siyasi çizgisinin ecrini feci bir akıbetle ödeyerek barajın altında kaldı.
Doğrusu hayli zamandır benim gözümde CHP "anakronik", yani kendi zamanını kaybetmiş, yanlış zamanda duran bir partiydi. Doksanlı yılların Türkiye'sinde tek parti avadanlıklarına rağbet göstermek ve soğuk savaş yıllarının ideolojik verilerine dayanarak iktidar mücadelesinde hırçınlığa tevessül etmek, CHP'nin "şimdiki zaman"ı idrak etmesini önlüyordu; CHP'nin doğruluğunda ısrar ettiği koordinatlar onu şimdiki zamana göre "gerici" bir pozisyona mıhlayıp bırakmıştı; bu aleni gerçeği fark edememek CHP'ye pahalıya mal oldu. El alemi gericilikle itham ederken Parlamento dışında kalmanın anlamı, gericiliğin yükselişi değil, kendi geriliğini görememektir.
28 Şubat süreciyle birlikte CHP'nin çok ciddi bir sahih temsil imkanına kavuştuğunu zannediyordum. CHP, 28 Şubat kararlarını en azından zımnen tasdik ederek atanmış yöneticilerin devlet siyasetini desteklerken, 95 seçimlerinden sonra ilk defa kendi mantığına göre tutarlı bir iş yapmış oluyordu; ama sadece atanmışların politik çizgisinde kalmak CHP'ye yüzde onluk barajı geçecek takatı vermedi. Halbuki iddia edildiği gibi CHP, hala Atatürk'ün kurduğu parti olarak kalabilecek zihni manevra kabiliyetine sahip olduğunu gösterebilseydi bu akıbete duçar kalmazdı; çünkü Atatürk CHP'yi "sol" nitelikli bir parti olarak değil, "tek parti" olmanın ihtiyaçları üzerine bina etmişti. Şimdiki CHP'nin, "Atatürk'ün partisi" yorumu "tek parti" sığlığına mahkum kaldı. CHP'nin "Atatürk'ün partisi yorumu eğer "Atatürk yaşasaydı bugün sosyal demokrat çizgide siyaset yapardı" ön kabulünden yola çıkarak çağdaş manada sosyal demokrat siyaset yapmak ise, bu faraziyenin icabını yerine getirmedikleri açıktır; buna mukabil şimdiki CHP'liler, siyasette "rantiyer" olmayı tercih ettiler. Seçimler için bastırdıkları propaganda afişinde Atatürk'ün ismini ve resmini kullanmaları, samimi Atatürkçülük değil aslında "rantiyer" tavrıydı. Bu kaba hesabın barajdan dönmesi, Atatürkçülüğün geleceği namına ümit vericidir.
Bu seçimi kaybedenler kadar kazananların da sakin kafayla masaya oturup kendini sigaya çekmesi gerekiyor. ANAP liderinin "bu sonucu hak etmedik" değerlendirmesinin -mizahi yükü bir yana bırakılırsa- doğru olduğu bir taraf var: ANAP, beğenilsin-beğenilmesin siyaset yaptı; keza DYP ve FP de öyle. Buna mukabil DSP ve MHP, denizin cezir anında bir kaya ağırlığıyla hareketsiz kalmanın avantajıyla ödüllendirildiler. DSP, yarını meçhul bir parti, hala "tek kişilik gösteri"; izlediği sol siyasetin CHP'den daha tutarlı olduğu söz götürmez; ama nereden bakılsa nisbi bir üstünlük bu. Buna mukabil yazar-çizer ve entelektüel takımının samimi gayretleri, ÖDP'yi küsürattan daha yukarı taşıyamadı.
İnanılmaz; fakat gerçek. Siyasi yelpazenin sol cenahında hala kocaman bir temsil deliği var. Vaktiyle Mehmet Ali Aybar'ın TİP çizgisi, kesintiye uğratılmasaydı Türkiye'de sol düşünce bu derece siyasi temsil zaafına uğrar mıydı, tartışılır!
Temenni ederiz ki bu, Türkiye'nin şahit olduğu son "siyasetsiz seçim" olsun; partiler kımıldamayınca bu defa seçmen kımıldadı ve sükuneti, mümkün olabilecek en "makul aşırılık"la dağıttı.
Seçimin galibi yok; mağluplar yavaş yavaş kendine geliyor, galipler "avans"ı kar zannederlerse temsil krizi uzayıp gider. Özal'ın ölümüyle yerinden oynayan taşlar, hala gediğine oturmadı.