Savunulmaz bir savunma stratejisi: Devlet terörü!
Ortadoğu"da cereyan eden her şiddet hadisesi bende, mukaddes kitaplarda zuhuru vadedilen o korkunç kıyameti çabuklaştırmak için didinip duran bir akılsızlık numunesi gibi görünüyor.
Filistin halkının çilesi, 1917 yılı sonlarında General Allenby komutasındaki İngiliz birliklerinin bölgeye girmesiyle başladı ve yüzyılın başlarında İngiliz yönetiminin Filistin topraklarında Yahudi yerleşimiyle ilgili sarih bir niyeti bile yokken, II. Dünya Savaşı ertesinde bir İsrail devleti kurulmasıyla had safhaya geldi; bu zaman zarfında Yahudilerin İngiliz hükümeti ile dozu gittikçe yükselen bir ilişki geliştirerek Filistin"de bir devlet kurmayı başardıklarını görüyoruz.
Muhali zorlamak!
Bu tarihten sonra Yahudiler yeni süper güç mevkiine gelen ABD ile sıkı işbirliğine girerek, dünya tarihinin kaydettiği en radikal dinci hareketi siyasi bir zaferle sonuçlandırarak "olmaz"ı başardılar: "Olmaz" denilen şey, Filistin"in kendilerine "vadedildiği" inancıyla bölgede bağımsız bir devlet kurmak ütopyasının hayata geçirilmesiydi. O günlerde teorik planda düşünüldüğünde Filistin"de bir İsrail devletinin kurulması, daha kuruluşundan itibaren çıkması muhtemel yüzlerce problem sebebiyle hakikaten akıl dışı, romantik, hamâsî ve rasyonaliteden ziyade dini fanatizmle izah edilebilir bir tasavvurdu. Neticede rasyonel düşünceyi başının tacı kılarak diğer toplumlara fark atan batı dünyası, fanatik bir ütopyayı zorlayarak Filistin"i Yahudilere peşkeş çekti. O günden bu yana bölgede barış bir türlü tesis edilemedi ve bugünden bakıldığında Filistin"e huzurun geleceğini ummak için hiçbir iyimser gerekçeden söz edilemiyor.
İsrail'i kimler kundağa sardı?
I. Dünya Harbi"nin başlarından itibaren bölgede İngiliz otoritesinin ve sempatisinin gelişmesi ilginç bir husustur; savaş yılları içinde İngiliz-Arap muhabbetini artıran şey, İngilizlerin sûretâ bölgede Arapların bağımsızlığı yönünde vadettikleri destekti. İngilizler o süreçte Arap milliyetçiliğine teorik ve pratik planda büyük destekler verdiler ama bu siyasetleri netice itibariyle bölgede Osmanlı hükümranlığının zayıflatılmasına yönelmişti. Harpten sonra bölgede İngilizlerin siyasi iradesiyle kurulan "bağımsız" Arap devletleri, ilk günden beri huzur yüzü göremediler; halen süregelen iç ve dış çatışmalarla boğuşmak zorunda kaldılar; öyle ki, bölgede bir İsrail kurulmamış olsaydı bile bugün Ortadoğu"da herşeyin güllük-gülistanlık olacağını ileri sürmek hiç de kolay değildir.
İngilizler, Arap önderlerini kendi saflarına çekmek için onlara siyasi bağımsızlık ve İslâm hilâfetini teklif etmişlerdi; halifelik, TBMM"nin 1924"teki kararıyla tarihe karıştı ve Araplar neticede hilâfetin rüyasını bile göremediler. Arap bağımsızlığının istikbâlini tahmin için bölgede kurulan en büyük Arap devletinin, yani Irak"ın bugünkü hâline şöyle bir bakmak kâfidir. Strateji disiplini ile uğraşanlar, yakın vadede Ortadoğu"daki Arap ve İslâm varlığının ABD politikalarına uygun şekilde revize edileceği tahmininde bulunuyorlar.
Ve böylece İsrail, kurulduğu 1948 yılından bu yana bölgede, dudak uçuklatan bir inadın sembolü olarak zora, şiddete, hak ihlâllerine dayalı bir hükümranlık üslubu ile ayakta tutuluyor; sayısı birkaç yüz milyonu bulan Arap nüfusun ve elverişsiz coğrafyanın ortasında, âdeta sun"i teneffüs ile varlığını sürdüren İsrail, buna mukabil korku verici güvenlik problemleri ile yüzyüze yaşıyor ve başta bölge olmak üzere dünya barışını her geçen gün biraz daha tehdid ediyor.
Özel, ayrıcalıklı ve terörist!
İsrail özel bir devlet; işgalciliği BM kararlarıyla sabit olmasına rağmen Anlgo-Sakson menşeli muktedirlerin açık desteği ile her türlü uluslararası müeyyideden korunuyor ve bu devletin komşularına ve işgali altındaki insanlara yaptığı kabul edilemez saldırılar, onun bir iç meselesi gibi kabul görüyor. İsrail"in tarihi, uluslararası çapta terörizm diyebileceğimiz sabıkaların da tarihidir. Geçtiğimiz bir ay içinde İsrail, iki Filistinli Hamas liderini helikopterden otomobillerine roket atmak suretiyle katletti. Saddam döneminin Irak"ını uluslararası terör yapmakla itham eden Birleşik Devletler yönetimi ise İsrail"i her iki katl hadisesinde de nefs-i müdafaa gerekçesiyle savunarak saldırıları haklı gördüğünü açıkladı.
Ortadoğu"nun tarihi, biraz da aşırılıkların, zıtlıkların, fitnenin ve birbirini emzirip duran nefretlerin kısır döngü halinde büyütülmesinin tarihidir; bu bakımdan İsrail ve ABD, Ortadoğu ve Filistin"in kara yazılı kaderine kendi seciyelerinin damgasıyla şerîr bir katkıda bulunuyorlar; bu tarz siyasetin İsrail ve ABD açısından neticede nasıl bir hayır doğuracağını tahmin etmek imkânsızdır; şiddetin, nefretin, çifte standardın ve adaletsizliğin günün birinde barışa, adalete ve müşterek insanlık değerlerine hizmet edeceğini ummak mümkün mü? Bu yüzden bölgede cereyan eden her şiddet hadisesi bende, mukaddes kitaplarda zuhuru vadedilen o korkunç kıyameti çabuklaştırmak için didinip duran bir akılsızlık numunesi gibi görünüyor.
Ne yazık ki Filistin"de mesele, "Kim kimden daha iyi intikam alacak?" cinsinden bir inat rövanşizmine dönüştü ve hiç kimseden de "Bu mesele nasıl başlamıştı ve haklı olan taraf kimdir?" cinsinden bir aklıselim hükmü geliştirmesi beklenemez oldu. Anlaşmazlıklarını hukuk ve iyiniyetli görüşmeler yoluyla çözmesi beklenen insan nesli, Filistin topraklarında ve Ortadoğu"da bu mühim tarihi tecrübesini unutmuşa benziyor.
Türkiye'nin resmi niçin
hep yarı ağlamaklı çıkıyor?
Türkiye"nin, hemen yanıbaşında cereyan eden bu hengâmeden fiilen habersiz gibi bir tavır göstermesi düşünülmesi gereken bir garâbettir. Türkiye, İsrail"i kuruluşunun hemen akabinde tanıyarak meşruiyetine katkıda bulunan ülkelerden biri olmanın yanısıra sekiz yıl önce İsrail"le kapsamlı bir işbirliği anlaşmasına imza koymanın bağlayıcılığı altında siyaseten hareketsizdir. İsrail"in en büyük stratejik ortağı ABD ile ilişkilerimizde "geri dönülmesi mümkün" son noktayı da çoktandır geçtiğimizi hesab edersek ortaya şöyle bir manzara çıkıyor: Türkiye, halkının vicdanı itibariyle sadece Filistin"de değil, dünyanın her yerinde adaletsizlik ve zulmün karşısında ama yönetici kadrosu ile müttefiklerinin yanındadır.
Yüzünün yarısı gülümseyen, yarısı ağlayan bu çehre, modern zamanlar boyunca Türkiye"nin taşımak zorunda kaldığı çelişkiler yumağının resmidir.