Şantiye parti
Gelecekte Kürt hareketi’nin işi zor, “Niçin?” diyeceksiniz; Türkiye’de çok partili siyasi hayatın geleneklerini İttihat Terakkî ve onun “müştakk”ları tesis etti; önce CHP, ardından CHP’nin yavruladığı DP ve AP, siyasi hayatımıza “Devlet ekseninde” toplumun meselelerine eğilen partiler olarak görev yaptılar; bu çizginin “Toplum eksenli” çizgiye geçiş arzusu ANAP’ta başarısızlıkla sonuçlandı, işin AK Parti safhasında ise durum, “Pata” vaziyeti gösteriyor.
Başbakan Erdoğan, partisini devlet ekseninden toplum eksenine taşımak için halktan başkanlık yetkisi istiyor.
Diyeceğim o ki, BDP, Türkiye’nin siyasi geçmişinden dersler çıkarıp doğru bir başlangıç yapma niyeti göstermedi; silahla güç oyunu oynamayı seven Kürtlerin temsilcisi, daha doğrudan ifadeyle PKK’nın Meclis’teki uzantısı olmayı yeterli buldu (Net isbatı o fotoğraftır). İçinde Kürt meselesi olmayan konularda toplumun açmazlarına yabancı kaldı, uzak durmayı, çoğu kere problemi ağırlaştırmayı tercih etti; Referandum’daki tutumu ibretlikti meselâ! Bu haliyle –farkındalar mıdır veya umurlarında mıdır bilmem!- İttihat ve Terakki’nin Selanik çevresinde henüz komitacılık oynadığı günleri model almış gibi görünüyorlar. Yanlış örneklerdir; aynı delikten ikinci kere sokulmak Türklere mahsus bir zafiyettir zannederdim; meğer Kürtler de bütün yanlışları denemeden doğruda karar kılmamakta farklı değilmiş, hayret!
BDP her hâliyle vücut diliyle “Ben şantiye partiyim; geçiciyim; bu siyaset diliyle sancısız bir gelecek kurmaya ehil değilim” mesajı veriyor. “Önderlik” yüceltmesiyle Kürt siyasi hareketinin kendi elleriyle başına nasıl bir çorap ördüğünün ayrıntılarına girmiyorum fakat meselâ, “Emanet ehli olmak” veya “Ketumluk” gibi her örgütte bulunması gereken iki vasıfta gösterilen zaaf daha şimdiden komedi boyutlarını zorlamaya başladı. Herkes, “Nasıl sızdırıldığına değil metnin kendisine bakın” diyorsa da BDP genel merkez hiyerarşisinde hüküm süren ve ayrıntıları gazetelere kadar düşen şu laubaliliğin mâzereti yoktur.
Lâubâlilikten başka tarifi var mı? Notlar parti meclisinde okunurken yemek molası veriliyor, notlar oracıkta salonda bırakılıyor, iki parti meclisi üyesi orada bırakılan notları alıp fotokopi çektiriyor, derken bir başkası “Bir kopya da ben isterim” deyince ona da veriliyor. Ardından fotokopicinin yardımcısı da bir nüsha çekiyor kendisine. Eşbaşkan bu durumu şöyle izah etmiş: “Notlar partiden çıktıysa da partililer tarafından sızdırılmadı ama kolektif bir ihmâl söz konusu!” Espri mi bu?
Bazıları haklı olarak metinde, büyük bilge “Önderlik” makamının, “barış” mevzuunda sarfettiği olumlu sözlerin altını çizedursun, ben “Usûl” konusuna dikkat çekmek taraftarıyım; nitekim, “Önderlik”in sızma tutanaklardan çıkarılan anafikir netice itibariyle, “Sancak sağ, iskele sol!” mesajından ibarettir, belirtmiştik. Usûl ki esas kadar, hattâ esasdan bile önemli. BDP, hayfâ ki güvenilir bir siyasi muhatap sayılmamak konusunda âdeta ısrarlı. Olup bitenler hatâ veya ihmâl değil kasıt eseri gibi görünüyor. Parti içindeki en ılımlı, en mâkul, en konuşulur insanların bu garip operasyonda bozuk para gibi harcanması ise konunun şimdilik pek akla gelmeyen yanıdır.
“Sadece Kürtlerin değil bütün Türkiye’nin partisi olsun, elini taşın altına koysun” gibi iyiniyetli düşüncelerle BDP’nin varlığını savunmaktan ötürü biraz mahcûbum doğrusu. Safdillik diyelim. Kurnazlık, safderunluğu kısa vadede yener; orta vadede akıl ve samimiyet galebe eder. Uzun vâdede ise meşhur bir filozofun da keşfettiği üzere herkes ölmüş olacak. Bu dünyanın problemlerini öteki tarafa götüremeyiz ama öteki tarafta nasıl karşılanacağımız tamamen bu meseleyle ilgili.
“Nerden biliyorsun” diyeceksiniz; çok iyi yerden haber aldım; kesin!