Sancaklar Camii’ni niçin eleştiriyorum?
Emre Arolat, Türkiye’nin en iyi mimarlarından. “Ben artık oldum, kendimi aştım; bundan sonra ne yapsam gider” diyerek iyi mimarlık prestijiyle avunanlardan değil. Meraklı, okuyan, araştıran ve kendini geliştirmek isteyen bir sanatçı.
Mimarlığın hemen bütün konularında eser vermiş olmasına rağmen bugüne kadar bir camiye imza atmamış olmasını kendince eksiklik kabul ederek İstanbul Büyükçekmece’deki Toskana Vadisi (İsim bulma sıkıntısı bizi ne hallere sokuyor?) mıntıkasında bir cami projesini gerçekleştirdi.
Cami inşa edildi ve geçenlerde ibadete açıldı. Mekân alışıldık cami görüntüsünden farklı. Dışardan bakınca bir mâbed olduğu kolay farkedilmiyor; toprak seviyesinden yukarı doğru yükselmek yerine yeraltına ve gözlerden uzağa çekilme anafikri üzerine kurulmuş. Projenin sahibi tanınmış işadamlarından Ethem Sancak, bu farklı tercihi temel atma töreninde, “Sancaklar ailesi olarak 8’in üstünde cami, 20’ye yakın hastane yaptık. Camilerle ilgili günümüz çağının çizgilerinden farklı hep geleceğe yönelik çalışmalar yapmaya hassasiyet gösterdik” sözleriyle izah ediyor.
*
Arkitera.com’a yaptığı açıklamada Emre Arolat, Sancaklar Camii’nde ne yapmak istediğini şöyle savunuyor:
“Doğrusu İslam felsefesi ve ibadet mekânları uzun süredir ilgimi çeken bir konu. Daha önce yaptığım araştırmalar, okumalar vardı ama bir cami projesi söz konusu olunca bunları tazelemek ve hatta biraz da genişletmem gerekti. O yüzden Sancaklar Vakfı böyle bir işi istediğinde biraz beni beklemeleri gerekeceğini söyledim. Onlar da anlayışla karşıladı. Aylarca tasarım grubu olarak derinlemesine bu konuyu tartıştık. Bilgi sahibi olduğunu düşündüğümüz derinlikli makaleler üzerinde çalışmalar yaptık. Bizim yaptığımız projeler içinde hayli küçük ölçekli sayılabilecek bu yapının tasarımına başlamadan önce çok uğraştık. Namaz ibadetinin olması gerektiği gibi ve huşu içinde gerçekleştirilebilmesi için bu mekânın nasıl bir hissiyat üretmesi gerektiği üzerine çok uzun tartıştık. Neticede ortaya çıkan mekânın böyle bir işlevi yerine getirebilecek niteliklerde olması beni çok sevindiriyor.”
*
Cami, hafif meyilli boş arazi içinde iddiasız bir şekilde yükselen birkaç taş duvar ve ilk bakışta bir nevi yüksek baca olduğu intibaı veren bir taş kule görüntüsü veriyor. Ancak yakına girince duvarlardan birine konulmuş Vavlı bir hüsnühat kompozisyonu ile mekânın dinle alakalı bir yapı olduğu seziliyor.
Henüz fikir halindeyken proje taslağını gördüğüm bu cami hakkındaki ilk düşüncem, “Niçin sanki özellikle gözden saklanmaya, gizlenmeye çalışılmış?” oldu. Biliyorsunuz, yeni cami inşası söz konusu olunca abartılı hacimlere, insan ölçeğini ezen mübalağalı yükseltilere hoş gözle bakan biri değilim fakat bir mâbedin, sanki kusurlu ve ortalık yerden kaldırılması gereken bir yapı imiş gibi gizlenmesi de hoşuma gitmedi. Camilerimize, özellikle mahalle aralarındaki mescidlerimize mütevazı ifade çok yakışıyor fakat Sancaklar Camii’ni görünce,
-Tevazuun bu kadarı da abartılı, demekten kendimi alamadım.
Bu bir tercih, yapının tabii arazi içinde çok küçük müdahalelerle varla yok arasında bir heyet göstermesi mimari açıdan heyecan verici olabilir; benim tercihim ve kanaatim ise aksi yönde.
*
Arolat, projesinin eski namazgâhları andırdığını öne sürerek, “Bu alanda yer alan tek düşey kitle, bir minareden beklenebilecek işlevlerin önemli bir bölümünü üstleniyor. Uzaktan bakıldığında, buranın bir ‘yer’ olduğunu imliyor. Üzerinde bulunan ve yaklaştıkça okunaklı hale gelen yazı, buranın bir ibadet mekânı olduğuna dair izlenimleri keskinleştiriyor” diyor.
Ancak çok yakına girildiğinde farkedilebilen bir ibadet mekânı veya bir “yer”. Keşke mimarlarımız ve özellikle Emre Arolat, gerçekleştirdikleri diğer projelerde de arazinin tabii akışına tam bir saygı ifadesiyle mekânı ancak yakınına girildiğinde farkedilebilir tarzda tasarlamış olsaydılar diye düşünüyorum. Bu güzel ve farklı fikir Zincirlikuyu’daki Zorlu Center’de uygulanabilmiş olsaydı doğrusu çok saygı duyardım.
Toprak altına doğru yayılmış ve ancak sekiz-on metre yakınına girildiğinde farkedilebilen bir iş merkezi, bir AVM düşünebiliyor musunuz!
*
Sancaklar Camii, farklı mimarlığının ödülünü aldı ve Singapur’da düzenlenen Dünya Mimarlık Festivali’nde, bu yıl dini yapılar kategorisinde birincilik ödülüne lâyık görüldü. Bu tercihteki kriterleri şahsen anlamıyorum fakat jürinin benimle aynı fikirde olmadığı âşikâr; onlar bu projede farklı bir fikir, farklı bir arayışın eserini görüp takdire değer bulmuşlar.
Bu haberi duyuran EAA mahreçli basın bülteninde, Singapur’daki jürinin tercih sebeplerine de yer veriliyor. Buna göre seçici kurul, “Işık ve maddenin en saf şekilde ortaya konduğu bu yapının iç mekânında hissedilen sükunet ve arınmışlık duygularından” çok etkilenmişler. “Mihrap duvarından sızan ve gün içinde sürekli değişkenlik gösteren doğal ışık ve kullanılan malzemelerin doğallığı övgüye değer” bulunmuş.
Olabilir, fakat ben sıradan bir cami cemaati nazarıyla baktığımda mekânı basık, ışığını loş, hatta kasvetli derecede karanlık buluyorum. Gölgenin ışığa tercih edilmesi, meselâ, Le Corbusier’in meşhur Ronchamp şapelinde, Tadao Ando’nun Işık Kilisesi’nde, Steven Holl’un İgnatius Şapeli’nde veya Fernando Menis’in İspanya, Adeje Museo’daki “Saklı müze ve meydan”da uyguladığı gibi mahalli kültür ve inanç kalıbına sadakat gösteren bir üslupla kullanmış olsa takdir edilebilirdi. Camilerde loşluk, dini geleneğimizde pek önde gelen tercihler arasında değildir çünkü.
Bu haber bülteninde çok dikkatimi çeken başkaca ifadeler de mevcut. Meselâ yapının, “Biçim ve simgelere dayalı güncel mimari yönelimlerin aksine, sadece dinsel bir mekânın özüne odaklanarak tasarlandığı” savunularak, “Bildik cami tipolojilerine referans veren tasarım vurgusundan olabildiğince uzak duran, kısırlaştırıcı kültürel yüklerden arınmış, neredeyse ilksel bir iç dünya yaratımı fikriyle yola çıkılan projede, yapının içinde yer aldığı çevre ile hemhal olmak üzere, bulunduğu arazinin eğiminde kaybolması, sanki hep o yerde imiş gibi toprağa karışması amaçlandı” denilmekte...
*
Dikkatinizi çekmiş olmalıdır, “Bildik cami tipolojisi”nden alabildiğine uzak durmak cesur ve ilerici bir tavırmış gibi sergileniyor burada; modernlik adına bir arayış olarak bunu anlayışla karşılayabilirim; peki, “Kısırlaştırıcı kültürel yük”ten kasıt nedir acaba; geleneğin tamamen bir kenara bırakılıp, mimarın ilhamına göre hareket etmesi mi? Bu, makbul bir “yönelim” ise mimar, niçin sair ticari projelerinde kısırlaştırıcı kültürel yüklerden arınmayı denememektedir?
Devam edelim; caminin “ilksel bir iç dünya yaratımı” fikrine hizmet etmesi gerektiği varsayımı nereden çıkıyor? “İlksel iç dünya”dan neyin kasdedildiğini anlamamakla birlikte ben bu dikkat çekici klişede, “Camiler dış dünya ile irtibatın kesildiği, insanların iç alemlerine gömülmesi gereken yerler olmalıdır” varsayımını görüyorum ve bu varsayımın yanlış olduğunu ileri sürüyorum. Mümini dış dünyadan koparması gereken yer, mekân olarak cami değil, zihnî yoğunlaşma itibariyle namazdır. Camiler, Müslümanlıkta içinden hayatın akıp geçtiği bir toplanma mahallidir ve bu yüzden askeri kışlalarda cephaneliğin yer altına gömülmesi ve kamufle edilmelerini andırır tarzda gözlerden saklanması hayli düzeltilmesi gereken bir önyargıdır.
Hıristiyan mabedlerinde dünyevi faktörlerden izolasyon fonksiyonundan çokça bahsedilmesi galiba burada akıl karıştırıcı bir unsur olarak devreye girmiş görünüyor.
*
Şöyle bağlayalım:
Sancaklar ailesinin yaptırdığı cami hayırlı uğurlu, cemaati bol olsun. Emre Arolat’ın ödül kazanmış olmasını da tebrik ediyorum; eğer mistik ve entelektüel bir esbâb-ı mucibe ile takdimine ihtiyaç duyulmasa, bir yenilik arayışı olarak camiyi de hüsnükabul gösterebilirdim ama bana göre ortada alkışlanması değil, üzerinde enikonu tartışılması gereken bir yapı var.
Mimarlarımızın cami kavramını sadece dışardan değil, “içerden” de gözlemlemelerinde büyük fayda var.