Salzburglu abilerin derdi...
Kitapların arasında pembe kapaklı bir defter buldum; baktım, 2008 yılında Avusturya’ya yaptığım gezinin notları. ‘Bakayım neler saçmalamışım’ diye göz attım şöyle bir. Bir yere gelince içim sızladı:
“21 Haziran 2008-Salzburg: Viyana’dan sonra derli toplu, hoş bir belde; nüfusu az. Avusturya’nın taşrası sayılırmış Salzburg. Vakit ikindiden sonra. Bir kurs binasında davet üzerine 10-15 mütevelli ile sohbet ettik. Herkes ‘AYM ne yapar?’ sorusunun peşinde ve moraller bozuk. İyimser konuştum. İnşallah yalancı çıkmam...”
Bundan tam yedi sene önce Salzburg’daki mütevelli abilerin moralini bozan şey neydi biliyor musunuz? Hadi hatırlatayım: O yılın 14 Martı’nda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı A. Yalçınkaya, AK Parti’yi ‘laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmek’ ithamıyla, Cumhurbaşkanı Gül de dahil 71 kişiyi 5 yıl süreyle siyasetten uzaklaştırmak için AYM’ye dava açmıştı. 16 Haziran’da AK Parti de, esas hakkındaki savunmasını vermişti. Yaşananlar, bu hadisenin beş gün sonrasına denk geliyor...
Lâf aramızda bizimki, ‘Ağanın malı gider, azabın canı gider’ hesabı!
Şu ünlü Google iddianamesi’yle AK Parti’nin kapatılmaması için kim bilir kaç bin insan, dünyanın dört bir yerinde muhlis dualarla yakardı, secdelere kapandı. Sözü, ‘Kapatılsaydı bugün, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu, Türksat’a yazı gönderip Paralelci örgüt yayınlarının uydudan atılmasını ister miydi?’ye getirmiyorum. Her vakanın hayrı kendisiyle birlikte halkolunur ve bir canlı, fıtratıyla mütenasip bir iş gördüğü zaman ayıplanmaz. Mesele o değil, başka...
Bu haberi okurken beni şaşkınlıktan yere düşecek kadar afallatan ve duygulandıran şey, güzel ülkemin herhangi bir savcılığında, tam ismiyle, “Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu” diye bir birimin varlığını ancak 60 sene sonra fark etmek oldu. Vallahi bilmiyordum; evet biraz Mülkiye’de filan okumuşluğumuz var ama neticede bizim devre, Mülkiye’nin arka kapısından ite-kaka mezun edilmiş bahtsız bir nesiliz. Öğrenmenin yeri ve zamanı yok ama; bir memnun oldum, bir duygulandım; bana bir ağlama hali geldi; hani utanmasam, “Ya Rabbi çok şükür, Türkiye’de anayasayı ciddiye alan ve ona karşı işlenen suçları soruşturan bir kurum da varmış” diye hökür hökür ağlayacaktım!
Evet, benim için Ankara Savcılığı’nın bu yazısı, aharlı kâğıtlara ince tâlikle yazdırılıp satır be satır tezyin edildikten sonra altun varakla tezhib olunup saklanmaya sezâ bir hukuk vesikasıdır. Ne yazdığı, kimin yazdığı önemli değil, mühim olan anayasanın sahipsiz olmadığını görmüş olmaktır.
Tam olarak ‘Bugün şâdım ki yar ağlar benim içün’ kıvamındayım yani!
Zira efendiler anayasa ahkâmı öyle bir şekil almıştı ki, yevmiye birkaç posta ucundan kenarından veya tam orta yerinden ona dahletmeyene, aşağılamayana, hatta çiğnemeyene iyi gözle bakılmaz olmuştu. Haberi okuyunca ‘devlet-i ebed müddetimiz’e güven ve muhabbetim ziyadeleşti. Evet, savcılık yazısının muhteviyatında gerçeklerden iyice bağını koparan coşkun bir muhayyilenin izlerini görmemek mümkün değildir; meselâ ‘Fethullahçı örgüt’ün niçin silahlı çete olduğunu isbat sadedinde, “Devletin meşru güçlerinin elindeki silahları örgüt aracılığı ile kullanarak hükümeti devirmek” gibi çok zekice bir fantezi yer almaktadır ki, bundan evvelki silahlı teröristlerin, “Yahu biz ne enayiymişiz ki, silah alacağız, saklayacağız diye kendimizi telef ettik” diyerek kafalarını duvarlara vurmaları muhtemeldir.
Madem mesele bu derece rutûbetlendi, küçük bir itirafla çorbaya katkıda bulunmak isterim. Salzburg’un Altstadt nam mahallindeki eski şatoda sergilenen 1. Cihan harbinden kalma silahların da mevcut envantere dahil edilmesini ehemmiyetle istida ederim. Zannımca saatı gelince o silahlarla Salzburglu bazı abiler...