Sakin olun; Zorro yorgun!
Kendimden bahsetmeye, ancak kendimle dalga geçmek gereğini duyduğumda katlanabiliyorum. Bu, dozu iyi ayarlanması gereken bir durum; kendinizden bahsederken kolayca budala mevkiine düşebilirsiniz. Misâl ben!
Gündem olmak, herkesin benden bahsetmesi de aynı derecede istemediğim bir şey. Herkesin ilgisini cezbetmekte bir zevk yok; sosyal medyanın üzerinize çevirdiği ramp ışıkları lehte veya aleyhte olsun bana diken gibi geliyor artık. Âkif merhumun “Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir” mısrâında anlattığı yerde huzur olmalı.
İlk yazım ve konuyla ilgili tweetler hayli dikkat çekti ve galiba pek çok insan dramatik bir rota değişikliğine girdiğime hükmettiler. Ben öyle düşünmüyorum: Evvelce zihnimde yerli yerine koymadığım bir şeyden bahsetmedim önceki yazıda. Türkiye’nin yeni devlet ve hükümet modeli halkoylamasından geçti, genel tasvib gördü. Yönetimin meşruiyetini muhalefet bile tartışmıyor. Ülkenin mevcut krizleri yine aynı kadroların göğüslemesini umuyor ve bekliyorum. Yaşadığım şahsi sıkıntıları istidâ etmek için yine meşru mercilere başvurmak ise en tabii hakkımdır.
Eksik olmasınlar, beğenmeyenler de olmuş; meselâ birileri Twitter kurallarına uymadım diye şikâyetlenmiş. Merak edilmesin sosyal medyada fazla kalıcı olmayacağım inşallah. Belki gayrımemnunlar içinde bana potansiyel bir Zorro, bir Kara Murat veya Çelik Bilek misyonu yakıştıranlar olmuştur. Hemen altını çizmeliyim ki, sırtımdan iten olmadıkça hayatta kahramanlığa hiç talip olmadım; buna bazı eski Ülkücü dostlarım da gülümseyerek şahitlik edeceklerdir. İçinde bulunduğum toplulukta şöyle üzerime vazife olmayan şeyler konuşulduğunda,
-Bana güvenip yanımda böyle şeylerden bahsetmeyin; polisin ilk tokadında bülbül gibi öterim vallahi dediğimi hatırlayanlar çıkacaktır.
İş ahlâkının gerektirdiği ketumluğu, yeminle pekiştirilmiş bir yol arkadaşlığı, bir “Yüzük Kardeşliği” diye yorumlayanlar çıkabilir. Varlığından her şey olup bittikten sonra haberdar olduğum netâmeli bir bir terör örgütünün üyeliğini savunmak için bir sebep görmüyorum. Tanıyanlar biliyor, dostluk dışında kimseyle, -kişi olsun, kurum olsun- angajmanım yok. Dostlarımın hatırı ise azizdir.
Niyetim ve derdim Zaloğlu Rüstem gibi er meydanına dökülüp âleme nizamât vermek değil; sükûnet derdindeyim, uzlet peşindeyim, ilgisizlik arayışındayım. Okumak, öğrenmek ve hayret etmenin lezzetine yeniden yükselmek istiyorum. “Yazmazsam memleketin hâli nice olur” diye ciddi ciddi kaygı duyanlardan olmadım hiç. Recai Güllapdan gibi ifadeye çalışayım: Memleketin bir de benim tarafından kurtarılmaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
Yazacağım şeyler var geride şüphesiz; esasen bir kısmı yazılmış durumda fakat acelem yok. Şimdi “Millî olduğum” ilk camia olan Ülkücü dostlarımın vefadarlıkları ve sıcak kucaklarıyla karşılaşmaktan çok memnunum. Onlarla hasseten kültür meseleleri, lisan, edebiyat, estetik, musiki, mimarlık, sinema vesaire gibi politika dışı konularda paylaşacak pek çok satırbaşı karaladım bir yerlere. Bu gibi önemsiz meselelerle vaktinden önce yaşlanmaya gönüllü çıkarsa, muhtemelen buralarda bir yerde olacağım nasipse...