Şahbaba

Murat Bardakçı ile tanışmayız; ama kendisini bundan 27 sene önce Ankara'da bir musiki topluluğu içinde tamburi sıfatıyla gördüğümü hatırlıyorum; belki "Töre" dergisinin düzenlediği bir toplantıda, daha kuvvetli bir ihtimalle eski Milli Kütüphane binasının salonunda, "Hisar" dergisi etrafında toplanan şairlerin bestelenmiş eserlerinin icra edildiği bir şiir ve musiki toplantısında. Yıllarca sonra Murat Bardakçı ismiyle Hürriyet gazetesindeki tarih yazıları vesilesiyle yeniden karşılaştım; bu yazılar şüphesiz ehliyet eseriydi; ama -azınlıkta da kalsa- polemikçi iştahının kuvvetle hissedildiği ve özellikle günün "mana ve ehemmiyeti"ne muvafık göndermeler yapan yazılarını okudukça bir burukluk hissine kapıldığımı söylemeliyim.

Pirimiz, üstadımız İlber Ortaylı hocamız, geçenlerde Kanal 7'de Süleyman Çobanoğlu'nun "Bu Ülke" isimli programında tarihçi olmak isteyen gençlerin heyecanını sevinçle karşıladığını söylerken önemli bir noktanın altını çizdi: Mealen, tarihçi olmak isteyenlerin lisans seviyesinde tarih eğitimi almamaları, tercihan sosyal ilim sahasında lisans bigileriyle temeli tahkim ettikten sonra yüksek lisans safhasında tarihe eğilmek gerektiğini söyledi. Aynı mealde tavsiyeleri, değerli hocamız Prof. Dr. Ercüment Kuran'dan da dinlemiştim. Murat Bardakçı'nın tarih eğitimi alıp almadığını bilmiyorum; ama serdettiği ehliyete bakılırsa, en azından lisans seviyesinde bir başka vadide eğitim gördüğünü tahmin ediyorum. "Şahbaba" ile geçen hafta, bir arkadaşımın (Yahya Kaptan) vesilesiyle tanıştım. Serde -adam kıtlığında tarihçilik- var ya, meslektaşlarımın gayet iyi bildiği o peşin beğenmezlik tavrıyla, dudak bükerek kitaba eğildim. Bir sayfa, birkaç sayfa daha derken, o tuğla kalınlığındaki mücessem eserin sayfalarını yavaş yavaş devirmeye başlamışım; uzatmanın alemi yok, Yahya Kaptan'ın toleransı ile üç günde Şahbaba'yı bitiriverdim.

Murat Bardakçı'yı tebrik ederim: Son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahidettin hakkında yazılabilecek en güzel monografiyi kaleme almış ve "gazeteci" sıfatının, akademisyenler arasında yaygınlaştırdığı o tahfif edici peşin yargıyı, ustalıkla avantaja çevirivermiş. Akademik hayatımızda, özellikle sosyal ilim dalında son derece ciddi ve ağır bir üslup probleminin varlığını bizzat hisseden biri sıfatıyla, sayın Bardakçı'nın sürükleyici, kolay okunabilir ve cazip bir tahkiye tarzı tutturarak bir hüsn-i misal gösterdiğini söyleyebilirim; "ilmi tedkik kuru olmalı, edebi güzellik çeşnisine yer vermemeli" anlayışı, bugün akademik hayatımızda yaygın bir kanaattir; doğrusu metin düzeltmekten usandığım anlarda, bu hükme katılmak arzusunu zaptedemediğim de olmuyor değil; zira ilmi usullere riayetle yapılmış bir tahlilin, edebi zevk katsayısı yüksek bir Türkçe ile zenginleştirilmiş olması, sosyal ilim sahasında nümunesini parmakla gösterebileceğimiz kadar kıt bir güzellik teşkil ediyor. "Şahbaba", tarih usulüne riayette kusur gösterilmediği gibi, zevkli bir Türkçe ile kaleme alınmış parlak bir tarih monografisi olarak ışıldıyor.

Kusuru yok mu? Eğer kusur sayılırsa, "notlar" kısmının, kitabın sonuna konulmuş olması bence bir kusur. Her sayfada en az üç-beş kere kitabın sonuna gidip gelmek doğrusu hiç hoş değil; ama bazı notların ufak hurufatla birkaç sahifelik bir hacim teşkil etmesi yüzünden bu sevimsiz tedbire müracaat edilmiş olmalı. O kadar kusur kadı kızında da bulunur.

Kitabın asıl değeri, ana konusunun -hala çok sıcak bir gündem maddesi teşkil etmesine rağmen- tam bir ehliyet ve ilmi titizlikle irdelenmiş olmasında aranmalı. Özellikle, eseri ziynetlendiren vesikaların neşrinde ve yorumlanmasında gösterilen titizlik takdire şayan. Kitap, orta halli bütçeler için pahalı görünse de, hacmi ve baskı kalitesiyle fiyatını hak ediyor.

Her tarih meraklısının okuması ve bulundurması gereken bir monografi "Şahbaba". Yazarının eline sağlık ve verdiği emek için teşekkürler!


Kaynak (Arşiv)