Safra değil, sofra!

Pakistan'daki askeri darbenin, başta muhalefet olmak üzere ahalinin ekseriyetince müspet karşılanması garip görünüyor. Pakistan'ın iç dengelerini bilmiyoruz: Askerler herhalde mükemmel işleyen bir demokratik düzene çomak sokmak için harekete geçmiş olamazlar; belli ki yaygın bir memnuniyetsizlik, kitlelere mal olmuş tedirginlik söz konusu idi ki "darbe" alkışlandı.

Halbuki "demokrasi kültürü", darbelerin alkışlanmamasını gerektirir; darbe vasıtasıyla gelen otoriter yönetime alkış tutmak, son tahlilde toplumun yönetim hakkından kendi arzusuyla vazgeçmesi anlamına geliyor. Demek ki Pakistan'da demokrasi, işlerin yolunda gitmemesi halinde kolaylıkla gözden çıkarılacak bir lüks tüketim metaı gibi algılanıyor. Aile bütçesinde kısıntıya gitmek gerektiğinde kahvaltı sofrasından somon fümeyi kaldırıp pekmezle yetinmek gibi bir tasarruf refleksi söz konusu belki de. İşte "demokrasi kültürü"nün ne idüğü bu noktada devreye giriyor: Demokrasi bir lüks tüketim metaı gibi kabul edildiğinde, ilk kriz anında gözden çıkarılması da tabii görünür; oysa ki demokrasi bizzat evin düzeni, kahvaltı sofrasının bizatihi kendisi, hatta ekmek ve su gibi temel tüketim maddesi olarak kabul görmeli. Demokrasi kültürü böyle davranmayı gerektiriyor.

Rahmetli Muammer Aksoy'dan bir yıl anayasa hukuku dersi gördük; şu sözünü hiç unutmam: "Çocuklar" demişti, "İyi diktatör olabilir. Gerçekten sorumluluk duygusuna sahip, vatansever, dürüst, kanunlara saygılı bir diktatör çıkıp memleketini yozlaşmış bir yönetimin fasit dairesinden çıkararak başarı kazanabilir. Tarihte örnekleri de vardır; ama şunu unutmayın: İyi diktatörlük olamaz!"

Pakistan halkı "iyi diktatör"ünü alkışlayadursun biz kendi halimizi, Türkiye'de "demokrasi kültürü"nün yaygınlığını gözden geçirelim: Demokrasi kültürünün temel lazımesi demokrasinin gerekliliğine inanmak, onu bir lüks tüketim metaı, kriz anında gözden çıkarılacak ilk safra torbası gibi görmemek. Öyle sanıyorum ki yaşadığımız son darbeden bu yana geçen yirmi yıl zarfında bu noktada hayli mesafe aldık. Demokrasimizin saat gibi tıkır tıkır işlediğini söylemek noktasından henüz uzağız: Siyasi partilerimiz sahihlikten uzak, yolsuzluk, rüşvet, suiistimal gibi arızalar eksik olmuyor, sistemimiz "muasır" olmaktan ziyade XIX. yüzyıla ait ideolojik argümanlarla zorla ayakta tutuluyor, enflasyon yüksek vesaire; ama bugün Türkiye'de artık kimse çıkıp, "bütün suç demokrasidedir, namuslu bir diktatör bulsak cümle işlerimiz bir anda düzene girer" demek cesaretini gösteremiyor. İyimser olmamızı gerektiren bir başka işaret ise demokrasi kültürünün devletlu bürokrasi kadrolarından ziyade toplum katmanlarında yaygınlaşmış ve benimsenmiş olması. Bu noktada 28 Şubat sürecinin bile toplumda demokrasi kültürünü besleyen müspet bir etki uyandırdığından söz edilebilir. Şüphesiz ki 28 Şubat sürecine mal edilen siyasetler toplum tarafından alkışlanmıyor; ama demokrasinin toplum hayatında niçin gerekli olduğuna dair çok etkili ve kuvvetli örnekler sunuyor; buna, olmaması gerekenden hareketle olması gerekene ulaşmak diyebiliriz pekala.

Çoğulculuk, hukukun üstünlüğünü savunmak, hukuk devletine güvenmek, farklılıkları anlayışla karşılamak, temel haklar manzumesine samimi bir saygı duymak, fikir ve inanç hürriyetinin insanları yozlaştırmayacağına inanmak demokrasi kültürünün diğer vecibeleri. Bu vecibeleri ne kadar benimsemiş olduğumuz tartışılabilir; ama her birinin değerini fark etmiş olmak noktasında son yıllarda çok mesafe aldığımız su götürmez.

Pakistan, Türk kamuoyunda peşin sevgi kredisiyle kucaklanan bir kardeş millettir; bu darbe münasebetiyle onları yargılamak veya ayıplamak aklımızdan geçmez; çünkü her toplumun tarihi ve kültürel arka planı birbirinden farklıdır. Dileriz ki Pakistan'da demokrasi, tez zamanda huzur ve istikrarı da beraberine alarak yeniden işlerlik kazanır. Bugünkü içtihadınıza karışamayız Pakistanlı dostlarımız; ama bir gün anlayacaksınız ki demokrasisiz olmuyor.


Kaynak (Arşiv)