Saçmalık; eski ve eskimeyen dostumuz!
Nerede okuduğumu hatırlayamadığım için müteessirim; galiba Birinci Dünya Harbi esnasında Ruslara esir düşen bir zâbitimizin hâtıratında zikrolunan bir nükteydi:
Her türlü haberleşmenin imkânsız olduğu bir vasatta "üserâ" zâbitan ve nefer arasında fala bakmak ve rüyâ tâbir ettirmenin yaygınlaştığından bahsolunuyordu; çünkü onlar için memleketten ve sevdiklerinden haber alabilmenin tek yolu, bir nevi "memleket postası" vazifesi gören fal ve rüyâ tabirlerinden ibaretti.
Böyle bir ahvalde hoş görülse bile tarihe nam salmış pek çok pâdişahın, sadrazamın, iş adamının, komutanın, devlet adamının en azından "eşref saat"e riâyet noktasında takıntılı, yanında müneccim, astrolog, falcı, medyum gezdirecek derecede "itikat" sahibi olması neyle izah edilebilir? Geleceğin bilinmezliği, "kader"in nasıl bir mantıkla işlediği, ölümden sonra insanı nelerin beklediği gibi zihin karıştırıcı sualler bazen dünyanın en rasyonel insanlarını bile acze düşürebiliyor. Para ve kaynak yönetiminde vahşi bir "homo economicus" davranışı göstermekte bir an bile tereddüt geçirmeyen iş adamlarının, otoritesinden sorgusual edilmeyen yöneticilerin, zahirden acımasız bir hesap adamı gibi görünen bükülmez karakterlerin evden çıkmadan önce gazetedeki burç falına bakmadan adım atmaması, insanın bilinemezliği üzerine dondurulmuş koca bir ünlem işareti gibidir.
Geçen hafta Aktüel dergisinde rahmetli bir siyasî liderin bir medyumla "mâaile" görüşecek derecede samimiyet ve yakınlık kurmuş olduğunu anlatan haberi okuyunca tebessümüm dudaklarımda donuverdi. Rasyonelle saçmalık arasındaki güvenlik bölgesinin aslında bir sigara kâğıdından daha ince ve belirsiz olduğunu farketmenin şaşkınlığı idi bu belki de. Sonra yakın döneme damgasını vurmuş önemli siyâsî kararların, bu kararlara imza atan devlet adamı ve idarecilerin kaçta kaçının bir medyum, bir falcı veya bir astrolog tarafından yönlendirildiğini merak ediverdim: Mâruz kaldığımız "toplam saçmalık"ın miktarına bakılınca böyle bir şüpheye kapılmakta hiç de haksız olmadığım kabul edilecektir.
"Bir kahve falından ne çıkar canım" kandırmacasıyla başlayan rasyonele sırt çevirme dürtüsünün nerede teskîn olabileceğini kimse tahmin edemez. Fincanın dibindeki kahve tortusunun, insanın geleceği ile ilgili sembollere işaret edecek tarzda yoğunlaşması, teorik açıdan saçmadır ama öyle anlaşılıyor ki insanın tabiatında "saçma"ya karşı tabii bir eğilim bulunuyor. Küfüriman, menfaatdiğerkâmlık, itidalaşırılık gibi insanın ezelî imtihan konularından birinin de aklîlik ile saçmalık arasındaki düailte olduğu âşikâr. Ne var ki çoğu kere aklîliği zihnimizde yanlış yere oturttuğumuz için olsa gerek, onun zıddını teşhiste yanılmaktan kurtulamıyoruz; metafizik alana duyduğumuz fıtrî ilgi, kolaylıkla kehânet ve benzeri gaipten haberlere duyduğumuz merakla karışabiliyor; bu zihin karışıklığının bir adım sonrası ise saçmalığın meşrûlaştırılmasıdır sadece.
Medyumlarla dalga geçmek, fala inanmamak, müneccimbaşının takdir edeceği "eşref saati" öğrenmeden bir işe başlamayan tarihi şahsiyetleri küçümsemek kolay ama fıtratımızdaki "gayb"ı merak dürtüsünü, bilinemeyene karşı duyulan ürküntüyü yatıştırmak aynı derecede sehl olmayabiliyor. Metafiziği reddeden, dinî temayül sahibi olmamakla öğünen, hatta Ateist olduğunu itiraftan çekinmeyen insanların bile saçmasapan bâtıl itikadların zebûnu olabildikleri sık rastlanan tuhaflıklardandır. Kimi nazar boncuğundan medet umar, kimi içinde ne yazılı olduğunu bilmediği muskalara bel bağlar, kimi kurşun döktürür, kimi de başındaki belâyı defetmek için köpeklere lokma doğrar. Bizim aklımıza ihtiyaç duyacaklarını katiyyen sanmamakla birlikte doğrusu, dinî itikadı üç talâk ile boşadığını ileri sürenlerin içine savruldukları çelişkiyi göğüsleyebilmeleri için geçerli tek yol, boşadıkları ile yeniden nikâhlanmak gibi görünüyor. Vâkıa "dinî alan"ın bâtıl itikadlardan arınmış olduğunu ileri sürecek durumda değiliz: Yaşayan dinin içinde Allah'ın vahyettiği dini teşhis edebilmek için de özel bir dikkat ve emek gerekiyor.
"Gayb"ı merak etmek, insanın bünyesindeki tek "Aşil'in topuğu" değil; neredeyse bütün uzviyetimiz her türlü zaafiyete açık yaralarla dolu. Akıl ile bilinebilecekleri vahyolunanla yanyana getirerek bıkmadan, yılgınlık göstermeden tefekkür ve tezekkür etmekten başka çâremiz yok.