‘Saçmalama hakkı’ anayasaya konulmalıdır
Fazıl Say konusu fena halde kabak tadı verdi, yeni tâbirle “daral geldi”.Futbol takımlarında bazen, vaktiyle iyi top oynayan fakat artık koşmaya mecali kalmamış iyi bir 10 numara bulunur.
Geride kalan on oyuncu, 10 numaranın gül hatırı için ekstradan koşmak, onun açığını kapatmak zorunda kalırlar hani. Fazıl Say da işte bu çerçevede milletin idare etmek durumunda olduğu bir sanatçıdır ve biz bu sanatçının siyasi nitelikli mesajlarına gülüp geçmek, duymamış gibi yapmak yerine adamı mahkemeye verip mahkûm ettirdik. Vallahi aşkolsun!
Benzetmek gibi olmasın; her şehrin vaktiyle birkaç delisi vardı ve onları bir şekilde idare ederdi ahali. Önce kızdırılıp zıvanadan çıkartırlar, bile isteye yedi geçmişlerine bir güzel sinkaf ettirdikten sonra gönlünü alıp cebine harçlık koyarak yakasını bırakırlardı. Şehrin mecnûnu ile alay edip zıvanadan çıkarmakta insanlık nâmına utanılması gereken bir durum vardır fakat onca insanın bir divâneyi bir şekilde hâlâ arasında barındırması da hoş bir nüktedir. Bu nükteleri artık anlamaz olduk; yaşlıları bakımevine, sahipsiz çocukları yetiştirme yurduna, divâneleri hastane koğuşlarına kapatarak sosyal devletin ömrüne dua ediyoruz. “Deli, mecnûn, divâne” sıfatları ağır olur Fazıl Say için; en mâkul tabir, “Mahallenin asabi delikanlısı” olsa gerektir. Piyanosunun başına geçtiğinde erişemediğimiz irtifâlardan sesler derleyen bu asabi çocuk, sıra memleket meselelerine geldiğinde çileden çıkmakta, ağzını bir güzel bozmaktadır.
Benim için mahzuru yok; isterdim ki heyet-i hâkime de, “Yav, bu çocuğun dellenmelerini ciddiye almayalım, büyütecek bir şey yok” diye düşünsün; lâkin hukuk enteresan bir sistemdir; “zâhire göre hükmetmek” zorunda sayarlar kendilerini. Birisi üşenmeyip usulüne uygun dava açmış. Mahkemenin verdiği hüküm, 10 aylık hapis ve erteleme. Öyle bir ceza ki “mahkûm”u vezir ediyor da, koca Türkiye'nin kamu cihazı ve bütün cemiyet, sanki Giordano Bruno'yu çatır çatır yakan Engizisyon mahkemesi gibi hicâbından eziliyor. Adam nâdim filan da değil bu arada: “Mahkeme sonucu çıkan karar için yurdum adına çok üzgünüm. İfade özgürlüğü açısından hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir suçum olmamasına rağmen ceza almış bulunmam şahsımdan çok, Türkiye'deki ifade ve inanç özgürlüğü adına kaygı vericidir.” Breh breh… Bu kadar iri lâflar etmesini pek doğru bulmuyorum ama yine de ceza kesilmesi gerekmezdi bana göre. Diyeceksiniz ki, “Adamın savurduğu lâfı duydun mu sen: ‘Bilmem fark ettiniz mi nerde ya...k, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?' demeyi biliyor ama!” Başkalarını bilmem; böyle lâfları da, söyleyenleri de ciddiye alasım gelmiyor. Bunlar “ukde” kırığı sözlerdir. Kezâ ateist olduğunu gururla ifâde eden birinin, önüne gelene “dindar” diye bulaşmak yerine dakika başı salâvat getirmesini beklemeyiz elbette!
“Ee, hoca, adam dinimize dahleyledi, Yarabbi şükür mü diyelim yani?” diye köpüreceklere önemle hatırlatmak isterim ki, hukukta cezai ehliyet diye bir kavram vardır. Eskiden bu duruma, “farîk-i mümeyyizlik”, yani işlediği suçun mânâ ve neticesini kavrayabilme kabiliyeti denirdi. Müşarünileyhin sözlerinde din namına ciddiye alınıp öfke duymayı gerektirecek aklî bir kesafet bulunmuyor ki tenezzülen celâlleniverelim!
CHP dururken mahkemelere akıl vermek haddim değil lâkin efendiler mevcut ceza hukukumuza “saçmalama hakkı” diye yeni bir kavram yerleştirmekte büyük faide vardır; hatta yeni anayasanın haklar kısmına dercedilirse isabet olur. Ülkeme nâçizâne bir tuhfem olsun. Mahkemeler tırı-vırı işlerle meşgul olmadıkları gibi düşünce hürriyetine de bu menfezden vâsî bir imkân aralanacaktır. [email protected]