Saç jölesi ve Tanpınar!
Günün yükselen burcu Tanpınar. Doğumunun 100. yılı, Tanpınar'ın kitapları için bir "ba's"ü bâ'del"mevt" heyecanı ve bereketine sebep oldu. Doğum ve ölüm yıldönümlerinde hatırlanmak bizde her fikir adamına nasib olmaz. Yapı Kredi Yayınları'nı işbu "edebiyat arkeolojisi" başarısı sebebiyle tebrik eder, himmetlerinin devamını dileriz.
Tanpınar'la ünsiyetim üniversite yıllarına tesadüf ediyor; 70'li yıllarda Tanpınar "yükselen değer" değildi ama arayan bütün kitaplarını bulabiliyordu. Âşinâ bir çehreydi benim için Tanpınar ama bu mesafeli bir ünsiyet. Mesafeden kasdım ne: Eski hayat tarzının temel rükünlerini teşkil eden câmi, ev, medrese, tekke ve kahvenin pencerelerinden derûnu seyreden, bu seyir esnasında Yahya Kemal'in bir ramazan günü Üsküdar'da "oruçsuz ve neş'esiz" yaşadığı gönül burukluğunu hissederek sarsılan ama içeriye girip müessesenin derûnu ile hemhâl olmakta azîm tereddüdler geçiren tahlil gücüdür Tanpınar. Mütereddid ve cesaretsiz. Tereddüdünü bir kimyager hassasiyetiyle tasvir ve tahlil ettikten sonra sırtını dönüp kendini ait olduğu yere sürükleyen bir fikir adamı. Ondan istifade ettim şüphesiz lakin sevemedim. "Sevmek şart mı" derseniz "evet" derim; sevmek şart!
Türkçe'yi tasarruf tarzına daima hayranlık duydum; hatta diyebilirim ki Tanpınar okumaları benim için çoğu defa gizliden gizliye cümlelerindeki üslûp tılsımını aramakla geçmiştir. Uydurukçaya asla tevessül etmemesi ve eserlerinde daima yüksek bir terkib iktidarı göstermesi daima saygı ve hayranlığımı celbetti.
Yahya Kemal'i mâbed kapısında mıhlayan alafrangalığı, Tanpınar'a da sirayet etmiş midir? Muhtemelen. Ahmed Hamdi Tanpınar, iki medeniyet dairesi arasında yalpalayan tereddüdün en seviyeli temsilcisidir ve eserleri, bu nazarla okunmadıkça zihinde yerini bulmuş olmazlar. Kendi kuşağı içinde Tanpınar, bu trajediyi bütün derinliği ve genişliği ile eserlerine aksettiren isimdir.
Günün yükselen burcu; peki okunuyor mu? Hayır! Bugünün gençliğinde Tanpınar'ı okuyup anlayacak ve onu değerlendirecek zihnî âletler yok. Sevabına sadeleştirseniz bile nâfile. Sadeleştirmek, okuyucu sayısını artırmıyor; gerçek okuyucunun işini zorlaştırıyor o kadar. Zannetmeyiniz ki genç kuşakların zihni, şu son "failatün failün" numarasından sonra fukaralaşacaktır; bilakis nice yıllardan beri gençlerimiz fecî bir lisan zaafiyeti ile mekteplerinden mezun ediliyorlar zaten. Geçenlerde derste bir öğrenci, "Mütemadiyen ne demek hocam?" diye sordu; sade o değil bütün sınıfın bu kelimeyi bilmediğini fark edince dehşete kapıldım. Her gence bir takım Tanpınar hediye etseniz ne olur; hiç! Tanpınar, birinden diğerine savrulmaktan yorulduğu ve şüphesiz çok iyi tanıdığı iki farklı dünyanın ve medeniyetin ârâfında kalmış bir adamdı; yeni okuyucusu Tanpınar'ı anlayabilir mi? Onda her iki dünyanın bilgisi de mevcut bulunmuyor. Kendi âlemimizden haberdar değiliz çünkü dilimizi kaybettik. Batı'da gördüğümüz ise televizyon ekranlarında ve tüketim reyonlarında fink atan pop kültüründen ibaret. Hangi âletle tanıyacaksınız Tanpınar'ı? Genç okuyucu, derinliğinden koparılmış yarım"yamalak bir Türkçe ile ondan daha yarım"yamalak bir internet İngilizcesi arasına sıkışıp kalmıştır. Dili olmayanların dünya görüşleri de olmaz.
Kültür sayfasındaki haberden Tanpınar'ın bu sene içinde 40 bin sattığını öğreniyoruz. Türkiye'de kitaplar artık biner biner basılıyorken dudak uçuklatıcı bir rakam. Kriz bahane, eskiden de böyleydi. Ben Abdullah Kılıç'ın yerinde olsaydım, Tanpınar kitaplarının tirajını saç jölesi satış rakamlarıyla kıyaslardım ve böylesi daha mânidar olurdu.