Saadet zinciri
Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin son on yılına damgasını vurdu; etkili bir liderlik gösterdi. 27 Nisan e-muhtırasında ispatladığı dirayetini 12 Eylül 2010’da yapılan kapsamlı anayasa değişikliğini referandum başarısı ile pekiştirdikten sonra üçüncü kere üst üste genel seçim kazanmasını bildi. ‘Ustalık dönemi’ diye adlandırdığı ve hâlen içinde olduğumuz iktidar döneminde Başbakan’ın, şimdiye kadar izlediğinden farklı ve riskli bir siyaset yoluna girdiğini görüyoruz.
1-Kürt meselesini nihai çözüme kavuşturmak için Başbakan’ın, mevcutlar içinde hiçbir partinin üstlenemeyeceği bir risk altına girerek müebbet hapis cezası almış bir mahkûm olan Öcalan’la neredeyse resmî görüşmelere başlaması, Türkiye için yeni bir çığırdır. Başbakan, “İmralı süreci”nin başarıyla noktalanacağına güveniyor ve bu yüzden, en az onun kadar riskli bir başka alana daha yöneldi; şöyle ki...
2-Muhalefet partileriyle anlaşarak yeni bir anayasa yapmanın imkânsızlığını savunan Başbakan, dışarıdan BDP’nin desteğiyle kendi anayasasını referanduma götürmeye karar verdi. Yeni anayasanın en büyük yeniliği ise başkanlık sistemidir. Başbakan, anayasa yapma sürecini biraz daha uzatarak ortak kabul gören bir metin çıkarmak yerine, tabir caizse, kendi anayasasını masaya koyarak muhtemel bir dördüncü dönemi başkan sıfatıyla bizzat yönetmek arzusunu artık gizlemiyor. Oysaki seçim döneminde başkanlık meselesinin anayasaya koyulacağından hiç söz edilmemişti.
3-Son günlerde Başbakan’da gözlenen şaşırtıcı değişikliklerden biri de kamuoyunda Balyoz davası diye bilinen davaya bakan mahkemelerden hareketle yargıyı sert dille eleştirmesi oldu. Sağlık sebebiyle hastaneye kaldırılıp ameliyata alınan bir Balyoz sanığı generali bizzat ziyaret etmesi ve bu ziyaretin fotoğrafını basına vermesi, bu kararlılığını pekiştiren mânidar bir davranıştı. Kamuoyunda mahiyeti tam anlaşılmayan bu davranış değişikliğini, ordunun şimdiki yöneticilerinin duruşmaların cereyan tarzı hakkında hükümete yönelttikleri sitem ve eleştirilere bağlamak mümkündür.
4-Darbecileri yargılayan mahkeme heyetlerine hükümetin eleştirici bir tavır geliştirmesi, tâ başından beri sanıkları canla-başla savunan bir kısım medya çevrelerinde hoşnutlukla karşılandı ve “Nihayet Başbakan bizim söylediğimiz noktaya geldi” yorumlarına yol açtı. Çünkü yargıya yönelik eleştiri, merkez medya ile dostluk köprüleri kurmak anlamını da taşıyor.
Siyasi üsluptaki değişiklik bâriz ve şaşırtıcı; bu şaşırtıcı değişikliğin derinliğindeki temel motivasyon, anayasa değişikliği yoluyla Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesi ve Başbakan Erdoğan’ın “İlk Başkan” sıfatıyla ve elbette daha öncekileri hatırlatır bir seçim başarısıyla ülkeyi yönetme arzusu gibi görünüyor.
Bu hesabın başarıya ulaşması, birbiri ardına gerçekleşecek bir dizi olumlu gelişmeye bağlı. Önce BDP ile ittifak edilerek yeni anayasa taslağı Meclis’e getirilecek; taslak, referandum için yeter sayıyla kanunlaştıktan sonra kamuoyuna sunulacak. Referandumu kazanmak için yüzde 50’nin bir fazlası yetecek ama 12 Eylül 2010 referandumunda alınan yüzde 57,9’luk evet barajı, psikolojik bir sınır teşkil edebilir. Bu rakama erişilmesi şimdiden imkânsız görünüyor çünkü Başbakan, anketlerde hâlâ yüzde 50’nin üstünde bir sempati desteğine sahipse de referandum günlerinden bu yana köprülerin altından çok su aktığı biliniyor.
BDP’nin yeni anayasa çalışmalarında uyumlu bir ortak olarak görev üstlenmesi, İmralı görüşmelerinin de olumlu geçeceğine bir karîne teşkil edecek zira Kürt meselesinin demokratik yolla çözümü, kamuoyu için başkanlık sistemi ve yeni anayasadan daha öncelikli ve hayatî bir değer taşıyor. Bu sıkıntılı süreçte Başbakan, ordunun ve bir kısım medyanın da kendisini destekleyeceği, en azından hırçın muhalefet yapmayacağını hesaplıyor olsa gerektir.
Bir önceki adımın başarısına bağlı görünen bu hesap silsilesi, en küçük aksaklıkta, varsayalım referandumda anayasanın reddi, Türkiye’yi sıkıntıya sokabilir. Başbakan, yeni destekçileri ile zihnindeki hesabı mesut bir sona eriştirmeyi düşünüyor.
Bu hesapta şimdilik kaale alınmayan en mühim unsur, Başbakan’ı önceki seçimlerde destekleyen geleneksel destekçilerinin hayal kırıklığı katsayısıdır; bu destekçiler, karar anında Başbakan’ın kendilerine “Eliniz mahkûm” anlamına gelebilecek bir oldu-bitti dayattığını düşünebilirler.
En azından ben böyle düşünüyorum.